Kafkas J Med Sci: 1 (2)
Cilt: 1  Sayı: 2 - 2011
Özetleri Gizle | << Geri
TAM DERGI
1.
Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi 2011; 1(2): 47-91.
Kafkas Journal of Medical Sciences 2011; 1(2): 47-91.
Bahattin Balcı
Sayfalar -47 - 91

ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Sentinel ve vitros direkt LDL-C ölçüm yöntemlerinin analitik performansları ve hiperlipidemi sınıflaması
Analytical performances of sentinel and vitros direct LDL-C assay methods, and classification of hyperlipidemia
Sacide Atalay, Ralfi Sınger, Hüseyin Kayadibi, Mehmet Murat Yekrek, Saadet Kurcenlı
doi: 10.5505/kjms.2011.68552  Sayfalar 47 - 52
AMAÇ: Serumda LDL-C ve sdLDL-C ölçümü için basit ve doğru bir metot gereklidir. Sentinel ve Vitros direkt LDL-C ölçüm metodlarının analitik performanslarını değerlendirmeyi, bu iki direkt ölçüm metodunun LDL-C değerlerini birbirleriyle ve Friedewald formülü ile hesaplanan LDL-C değerleri ile karşılaştırmayı ve hiperlipidemili hastaların sınıflandırılmasında hangi lipit parametresinin daha uygun olacağını belirlemeyi amaçladık.

YÖNTEMLER: Direkt metotların analitik performansları 60 serum örneğinde değerlendirildi. İki farklı direkt LDL-C ölçüm metodu ve Friedewald formülü ile farklı 122 serum örneğinde LDL-C hesaplandı. Bunların dışındaki 118 serum örneğinde Sentinel sdLDL-C, Vitros sdLDL-C ve diğer değerlendirilen lipit parametreleri ölçüldü.
BULGULAR: Sentinel direkt LDL-C, Vitros direkt LDL-C ve Friedewald formülü ile hesaplanan ortalama LDL-C konsantrasyonları sırasıyla 152±44 mg/dL, 146±45 mg/dL ve 141±41 mg/dL’ydi, (P<0.001). Friedewald LDL-C ile Sentinel dLDL-C ve Vitros dLDL-C arasında oldukça yüksek korelasyonlar gözlendi (sırasıyla, r=0,934 ve r=0,936). Direkt metodların çalışma içi tekrarlanabilirlikleri <%1,42 iken, toplam tekrarlanabilirlikleri Sentinel dLDL-C için <%1,73, Vitros dLDL-C için <%4,8 idi. Sentinel ve Vitros dLDL-C ölçüm metotlarının sistematik hataları sırasıyla %11 ve %17,5 idi. Hiperlipidemi grupları Friedewald LDL-C baz alınarak oluşturulmasına rağmen, en düşük Friedewald LDL-C hipertrigliseridemik grupta, en düşük sdLDL-C ise normolipidemik grupta gözlendi.
SONUÇ: Vitros dLDL-C için toplam tekrarlanabilirlik >%4 olduğu için bu metodun NCEP ATP III performans kriterlerini karşılayamadığı söylenebilir. Friedewald formülü ile hesaplanan LDL-C değerleri ile karşılaştırıldığında direk ölçüm metodlarındaki LDL-C değerleri anlamlı şekilde yüksekti. Hiperlipidemi hastalarının değerlendirilmesinde Sentinel direkt LDL-C ya da sdLDL-C’ün tercih edilmesi daha faydalı olabilir.
OBJECTIVE: A simple and accurate method is necessary to measure the LDL-C and sdLDL-C in serum. We aimed to evaluate the analytical performances of Sentinel and Vitros direct LDL-C (dLDL-C) assay methods, to compare LDL-C values of these direct methods with each other and with those values calculated by Friedewald formula, and to determine which lipid parameters could be more proper for classification of patients with hyperlipidemia.
METHODS: Analytical performances of direct methods were evaluated in 60 serum samples. LDL-C was determined in different 122 sera via two different direct methods and Friedewald formula. Sentinel sdLDL-C, Vitros sdLDL-C and other evaluated lipid parameters were estimated in additional 118 serum samples.
RESULTS: Mean LDL-C concentrations for Sentinel dLDL-C, Vitros dLDL-C and Friedewald formula were 152±44 mg/dL, 146±45 mg/dL, 141±41 mg/dL, respectively, (P<0.001). Highly significant associations were observed between Friedewald LDL-C and both Sentinel and Vitros dLDL-C (r=0.934, r=0.936, respectively). Although within-run imprecisions for direct methods were lower than 1.42%, total imprecisions for Sentinel and Vitros dLDL-C were lower than 1.73% and 4.8%, respectively. Sentinel and Vitros dLDL-C assay methods had 11% and 17.5% systematic error, respectively. While the lowest Friedewald LDL-C concentrations were observed in hypertriglyceridemic group, the lowest sdLDL-C values were obtained in normolipidemic group, although hyperlipidemia groups were based on Friedewald LDL-C.
CONCLUSION: Vitros dLDL-C did not seem to be able to meet performance criterion of NCEP ATP III for LDL-C, because total imprecision for it was more than 4%. Direct assay methods significantly overestimated LDL-C values compared with Friedewald formula. Preference of the Sentinel direct LDL-C or sdLDL-C could be more useful for evaluation of patients with hyperlipidemia.

3.
Elektif Sezaryen doğumlar sonrası postoperatif ağrı gideriminde meperidin ve tramadolün karşılaştırılması: Bir prospektif randomize çalışma
Comparison of meperidine and tramadol in postoperative pain management following elective cesarean births: A prospective randomized study
Ürfettin Hüseyinoğlu, Kahraman Ülker, İsmail Temur, Mustafa Kütük
doi: 10.5505/kjms.2011.02486  Sayfalar 53 - 56
Amaç
Sezaryen sonrası analjezi için pek çok merkezde intramusküler meperidin ve tramadol kullanıldığı halde bu ilaçlarla ilgili karşılaştırmalı klinik çalışmalar azdır. Bunun için meperidin ve tramadolün elektif sezaryen doğumlar sonrası kullanımını karşılaştıran bir prospektif randomize çalışma tasarladık.
Yöntem
Eylül 2009 ve Mayıs 2010 tarihleri arasında elektif sezaryen doğum yapan 101 kadın çalışmaya alındı.
Kadınlar meperidin ve tramadol grubuna ayrıldılar. Postoperatif analjezi için kadınların 50 tanesi tramadol ve 51 tanesi meperidin aldı. Her iki ilaç da uyandırılma sonrası 50 mg intramusküler uygulandı.
Ağrı değerlendirilmesi için ilk uygulamanın 1,4,8,12 ve 24. Saatlerinde vizüel analog skala kullanıldı ve her iki ilaç için VAS değeri 4’ten büyük bulunduğunda 25 mg’lık ek dozlar yapıldı.
Bütün kadınlar vizüel analog skala değerlendirmeleri sırasında bulantı, kusma, kaşıntı ve diğer yan etkiler açısından gözlendiler.
Demografik veriler için ortalama ve standart sapma değerleri hesaplandı. Vizüel analog skala değerleri,ek doz ihtiyacı ve yan etkiler iki grup açısından bağımsız değişkenler Student t testi ile karşılaştırıldılar. P<0,05 istatistiksel olarak anlamlı farklılık sayıldı.
Bulgular
Yaş, gravida, parite, düşük, istemli düşük gibi demografik bulgular açısından gruplar arası istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05).
1,4,8,12 ve 24 saatlerdeki vizüel analog skala ağrı değerleri, bulantı, kusma, kaşıntı oranları ve ek doz kullanım oranları açısından iki grup karşılaştırıldı. Vizüel analog skala ağrı değerleri tramadol grubunda, bulantı, kusma ve kaşıntı meperidin grubunda daha yüksek oranda gözlendiyse de, bulgular istatistiksel fark oluşturmadı (p>0,05). Tramadol grubunda meperidin grubuna göre daha çok sayıda ek doza ihtiyaç duyulduysa da, fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05).
Sonuç
Elektif sezaryen doğumlar sonrası analjezide tramadol ve meperidin intramusküler kullanımda aynı analjezik etkinlik ve yan etki oranına sahiptir. İki ilaç da birbirinin yerine tercih edilebilir. Postoperatif ilk saatlerde ek doz gereksinimi her iki grupta da daha fazladır.
Aim
Although meperidine and tramadol are widely used after cesarean sections in many centers, comparative clinical studies are rare. Therefore, we designed a prospective randomized study to compare tramadol and meperidine following elective cesarean births.
Methods
From September 2009 to May 2010, 101 women who had elective cesarean section were included in the study. The women were allocated into meperidine and tramadol groups. There were 51 women in meperidine group and 50 women in tramadol group. Both agents were used in 50mg doses at the first hour following the termination of the anesthesia.
Visual analogue scale was used for pain scoring at the 1st,4th,8th,12th and 24th hours following the initial analgesic dose. If the pain scores were higher than 4, an additional dose of 25 mg was supplied for each agent.
All the participants were observed for nausea, vomiting and other side effects during visual analogue scale scorings.
Means and standard deviations were calculated for demographic data. The parameters of visual analogue scale scores, additional dose requirements and side effects were compared in the two groups by using independent variations Student t test. p value <0.05 was considered significant.
Results
There were not significant differences between groups about the parameters of age, gravidity, parity, miscarriages, induced abortion (p>0.05).
In the comparison of the parameters of visual analogue scale pain score, nausea, vomiting, itching and the requirements for additional doses, the two groups did not show significant differences from each other at 1st,4th,8th,12th and 24th hours (p>0.05), although tramadol group had higher pain scores and meperidine group had higher nausea, vomiting and itching rates.
Conclusion
Intramuscular tramadol and meperidine have similar analgesic efficacy and side effects following elective cesarean births. Both agents can be substituted for each other and additional dose requirements are higher in the early postoperative hours.

4.
Diyabet bakım profili ile metabolik kontrol değişkenleri arasındaki ilişki
The relation between diabetes care profile and metabolic control variables
Kezban Kara, Sezgi Çınar
doi: 10.5505/kjms.2011.41736  Sayfalar 57 - 63
Amaç: Bu çalışma diyabetik hastaların diyabet bakım profilleri ile metabolik kontrol değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapıldı.
Yöntem: Eylül 2008 ve Şubat 2009 tarihleri arası yapılan bu çalışmada hastanede yatan ya da ayaktan takip edilen diabet hastaları yer aldı. Verileri “Diyabet Bakım Profili” ölçeği ve “Metabolik Kontrol Değişkenleri” ile toplandı. İstatistiksel değerlendirme için Spearman Korelasyon analizi kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya katılan 207 diyabetik hastanın yaş ortalaması 54,5±33,5 yıldır ve %56,5 (n=117)’i kadındır. Diyabetik hastalarda kontrol problemleri arttıkça kan basıncı, total kolesterol, LDL kolesterol ve beden kitle indeksi de artmaktadır.
Hastaların pozitif tutumu arttıkça açlık kan şekeri ve diyastolik kan basıncı değerleri azalmakta olup, diyabete karşı negatif tutum arttıkça açlık kan şekeri, diyastolik kan basıncı, HDL kolesterol değerleri artmaktadır.
Bakım yeterliliği arttıkça açlık kan şekeri, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, HDL kolesterol, LDL kolesterol ve beden kitle indeksi değerleri azalmaktadır. Öz-bakımı arttıkça açlık kan şekeri, HbA1c, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, LDL kolesterol ve beden kitle indeksi değerleri azalmaktadır.
Diyete uyum arttıkça sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, total kolesterol, trigliserid ve beden kitle indeksi değerleri azalmaktadır.
Tedavi engelleri puanı arttıkça açlık kan şekeri düzeyinin arttığı, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, beden kitle indeksi düzeyinin ise azaldığı görüldü. Egzersiz engelleri arttıkça LDL kolesterol ve beden kitle indeksi değerleri artarken HDL kolesterol değeri azalmaktadır.
Hastaların diyabet bilgi puanı arttıkça sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı ve LDL kolesterol değerleri azalmakta, trigliserid değeri artmaktadır.
Sonuç: Diyabetik hastalarda, diyabet bakım profilindeki olumlu tutum, metabolik kontrol değişkenlerini olumlu yönde etkilemektedir.
Objective:
The aim of this study was to investigate the relationship between diabetes care profiles and metabolic control variables in diabetic patients.
Methods:
Diabetes patients hospitalized or followed in outpatient clinics were included in this study between September 2008 and February 2009. “Diabetes Care Profile” and “Metabolic Control Variables” forms were used to collect the data. Spearman correlation analyses were used for statistical analysis.
Results:
The mean ages of the 207 diabetic patients who were involved in the study was 54.5 ± 33.5 years and 56.5% (n = 117) of the patients were female.
Higher levels control problems were related with the higher levels of blood pressure, total cholesterol, LDL cholesterol and body mass index.
Higher levels of patients’ positive attitude were associated with lower diastolic blood pressure and fasting blood sugar levels. In contrast, higher levels of patients’ negative attitudes were associated with higher levels of fasting blood glucose, diastolic blood pressure and HDL cholesterol.
Higher levels of patient care proficiency were associated with the lower levels of blood glucose, systolic blood pressure, diastolic blood pressure, HDL cholesterol, LDL cholesterol and body mass index.
Higher levels of self-care attitudes of the patients were associated with the lower levels of the fasting blood glucose, HbA1c, systolic blood pressure, diastolic blood pressure, LDL cholesterol and body mass index.
Higher levels of strict adherence to diet were associated with lower levels of systolic blood pressure, diastolic blood pressure, total cholesterol, triglycerides and body mass index.
Increased levels of barriers to reach the treatment were associated with higher levels of fasting blood glucose, systolic blood pressure, diastolic blood pressure, and the body mass index.
The higher levels of barriers against physical exercise were associated with higher levels of body mass index and LDL cholesterol but lower levels of HDL cholesterol.
Higher diabetes knowledge scores of patients were associated with lower systolic and diastolic blood pressure, and LDL cholesterol levels but higher triglyceride levels.
Conclusion: Positive attitude in diabetes care profile has favorable effects on metabolic control variables.

5.
İntravenöz piyelografi ve baryumlu kolon grafisinin over kanserlerindeki rolü
The role of intravenous pyelography and colon barium graphy in ovarian cancers
Turhan Aran, Recep Erin, Cavit Kart, Mehmet Armağan Osmanağaoğlu, Hasan Bozkaya
doi: 10.5505/kjms.2011.91300  Sayfalar 64 - 68
Amaç:
Preoperatif intravenöz piyelografi ve baryumlu kolon grafisi incelemelerinin over kanserlerindeki rolünü ve değerini araştırmak.
Materyal- Metod:
Bu çalışma Ocak 2009– Ocak 2010 tarihleri arasında Karadeniz Teknik üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde retrospektif olarak yapıldı. Çalışmaya ultrasonografi bulguları over kanseri için şüpheli sayılan hastalar alındı. İntravenöz pyelogram ve kolon pasaj grafisi sonuçları ile operasyon sonrası patoloji raporları dokümante edildi. Malign ve selim over kitlesi olan gruplar intravenöz piyelografi ve kolon grafisi bulgularıyla karşılaştırıldılar. İstatistiksel analizde Student t ve Mann Whitney testleri kullanıldı. P değerinin <0,05 olması anlamlı kabul edildi.

Bulgular: Pelvik kitle (şüpheli over kanseri) nedeniyle 111 hastaya laparotomi uygulanmıştı. Hastaların yaş ortalaması 52,4±12,6, gravidası 4,3±2,4 idi. Postoperatif tanı 26 hastada over kanseri ve 85 hastada slim over tümörü olarak konuldu. Yaş ortaması kanser olgularında 55,8±14,6 selim tümörlerde 51,3± 11,9 bulundu.
İntravenöz pyelogram incelemesinde patolojik bulgu over kanseri olanların %84,6'ısında görülürken, selim tümörü olanların %88,2'sinde görüldü. Kolon grafisinde patolojik bulgu kanserlilerin %15,4'ünde görülürken, selim tümörü olanların %36,4'ünde görüldü. Patolojik bulgu açısından iki grup arasında farklılık izlenmedi.
Sonuç:
İntravenöz piyelografi ve baryumlu kolon grafisi over kitlelerinin malign selim ayırımında düşük duyarlılık ve özgüllüklere sahiptir. Ovaryan kitlelerde kanser teşhisi için kullanılmamalıdır.
Aim: To investigate the role and the value of preoperative intravenous pyelography and barium colonography examinations in ovarian cancers.
Material-method:
This study was conducted retrospectively in Karadeniz Technical University between January 2009 and January 2010. Patients who have ultrasound findings suspecting an ovarian cancer were enrolled into the study. Pathology, intravenous pyelogram and barium graphy results were documented. Malign and benign ovarian mass groups were compared by using the findings of intravenous pyelograpy and colon graphy. In statistical analysis, Student t and Mann Whitney tests were used appropriately. A p value <0.05 was considered significant.
Results:
A total of 111 patients had laparotomy with an indication of pelvic mass (suspected ovarian malignancy). The patients’ age and gravida were 52.4±12.6 and 4.3±2.4, respectively. Postoperative diagnoses were ovarian cancer and benign ovarian mass in 26 and 85 patients, respectively. The mean ages of the patients were 55.8±14.6 in ovarian cancers and 51.3± 11.9 in benign masses.
In 84.6% of the patients with ovarian cancer and 88.2% of the patients with benign ovarian tumors, there was a pathological finding in the intravenous pyelogram. In 15.4% of the patients with ovarian cancer and 36,4% of the patients with benign ovarian tumors, there was a pathological finding in the colon graphy examinations. However, pathological finding frequencies did not differe between groups.
Conclusion: Intravenous pyelogram and colon barium graphy have a low sensitivity and specificity to differentiate the ovarian masses as malign or benign.

OLGU SUNUMU VEYA SERISI
6.
İkinci rahimiçi araç uygulaması sonrası gelişen kronik alt karın ağrısı
Chronic lower abdominal pain after the insertion of the second intrauterine device
Kahraman Ülker, Abdülaziz Gül, İsmail Temur, Mustafa Ersöz, İslim Volkan, Mehmet Karaca
doi: 10.5505/kjms.2011.25733  Sayfalar 69 - 73
Atılan, kayan ya da karın içine geçen rahimiçi araç çıkarılmadan ya da sağaltımı yapılmadan ikinci bir rahimiçi aracın planlı uygulanması literatürde görülmemektedir. Dahası, bizim bilgimize göre, var olan rahimiçi araca ek olarak ikinci bir aracın uygulanması ya da aynı anda iki rahimiçi aracın uygulanması daha önce hiç bildirilmemiştir. Bu yazıda, kronik alt karın ağrısı olan bir kadında aynı anda var olan iki adet rahimiçi aracı sunmayı amaçladık.
Ulusal hasta kayıt sistemi ve varolan rehberlerin yakın takibi aile planlaması hizmetlerinin kalitesini arttırırken, komplikasyon oranlarını düşürecektir.
The planned insertion of a second intrauterine device prior to the tracing of and management of a lost, dislocated or intra abdominally migrated device is a subject which has not been broached in the literature. Moreover, neither the insertion of a second intrauterine device in addition to an existing one or the co-insertion of two devices at the same time has ever, to our knowledge, been reported previously in the literature. In this report, we aim to present the co-existence of two intrauterine devices in a woman who had been suffering from chronic lower abdominal pain.
A national patient record system and close adherence to the available guides will improve the quality of the family planning services while decreasing complication rates.

7.
Mide rezeksiyonu ve Radyoterapi sonrası gelişen nadir bir gastroduodenal fistül olgusu: Literatürde ilk olgu
A rare case of gastroduodenal fistula following gastric resection and radiotherapy: First case in the literature
Barlas Sulu, Elif Demir, Orhangazi Ozbilen, Hasan Altun
doi: 10.5505/kjms.2011.87597  Sayfalar 74 - 76
Gastroduodenal fistül, midenin duodenuma anormal ağızlaşmasıdır ve genellikle kronik peptik ülserin komplikasyonu sonucu gelişir. Ameliyat sonrası oluşan gastroduodenal fistüller genellikle peptik ülser cerrahisi sonrasında gelişir ve kanser cerrahisi sonrası olgu bildirilmemiştir.
Bu yazıda mide kanseri için cerrahi, ve kemoradyoterapi uygulanan bir hastada gelişen gastroduodenal fistülü sunuyoruz.
Gastroduodenal fistula is an abnormal opening of the stomach into the duodenum and it usually develops as a complication of peptic ulcer. Postoperative gastroduodenal fistulas generally develop after peptic ulcer surgery. Gastroduodenal fistula following cancer surgery has not been reported previously.
In this paper, we present the development of a gasto-duodenal fistula in a patient with gastric cancer and treated by surgey and chemoradiotherapy.

8.
Ulnar sinirin dorsal duysal dallarının alışılmadık bir anatomik varyasyonu: Bir olgu sunumu
An unusual anatomic variation of dorsal sensory branches of the ulnar nerve: A case report.
Mehmet Bülent Özdemir, Ramazan Hakan Özcan, Dilek Bağdatlı, Şahika Pınar Akyer, Gökşin Nilüfer Yonguç
doi: 10.5505/kjms.2011.33043  Sayfalar 77 - 80
Ulnar sinirin dorsal duysal dallarının anatomisini bilmek bazı durumlarda zorunludur. Dorsal duysal dallar, anatomik varyasyonları olan en yoğun innervasyon alanını içerir. Bu bölgeyle ilgili medical ve cerrahi işlemler için bu varyasyonlar çok önemlidir.
Bu yazıda dorsal kutanöz ulnar sinirin bilinmeyen bir varyasyonunu sunuyoruz. Varyasyon trafik kazası sonrası ameliyat olan 43 yaşındaki bir erkeğin sağ kolunda görüldü. Dorsal kutanöz ulnar sinir normalden farklı ir seyirde izlendi. Sinir önce flexor carpi ulnaris kasını deliyor, daha sonra da cilde doğru yüzeyselleşiyordu. Bizim bildiğimize göre, bu tür bir varyasyaon daha önce hiç yayınlanmamıştı. Böyle bir varyasyonun bilinmesi bölgenin cerrahisi ve elektrofizyolojik çalışmaları sırasında yararlı olabilir.
In some instances, it is mandatory to know the anatomy of the dorsal sensory branches of the ulnar nerve. The dorsal sensory branches consist of the area of most dense innervations with their anatomical variants. These variations are very important in the surgical and medical procedures dealing with the area.
In this paper, we present a case of an unusual variation of the dorsal cutaneous ulnar nerve. The variation was observed in the operation of a right forearm of a 43 year old male following a traffic accident injury. Dorsal cutaneous Ulnar nerve was observed in an unusual course. It was piercing the flexor carpi ulnaris muscle’s tendon and then going into the skin superficially. To our knowledge, this type of variation has never been published before. The knowledge of this type of variation may be useful during surgeries and electrophysiological examinations of the area.

DERLEME
9.
Diabetes Mellitus ve Kardiovasküler Komplikasyonlar
Diabetes Mellitus and Cardiovasculary Complications
Özcan Keskin, Bahattin Balcı
doi: 10.5505/kjms.2011.09797  Sayfalar 81 - 85
Özet. Diyabetes mellitus açlık ve tokluk plazma şekerinin yüksekliği ile tanımlanan, karbonhidrat, lipit ve protein metobolizma hastalığıdır. Dünyada diyabet prevalansı dramatik olarak artmaktadır. Son verilere göre Türkiyede yaklaşık 10 milyon kişi diyabet hastalığı ile mücadele etmektedir. Diyabetik hastalarda kardiovasküler hastalıklar en önemli mortalite nedenidir. Son yayınlanan çalışmalar, diyabetik hastalarda etkin glikoz kontrolü ile mikro ve makrovasküler komplikasyonlarda belirgin bir şekilde azalma sağlandığını göstermektedir. Diyabetik hastalarda makro ve mikro vasküler olayların önlenmesi için en önemli tedavi hedefi erken ve etkin antidiyabetik tedavi başlanmasıdır.
Abstract. Diabetes mellitus is a carbonhydrate, lipit and protein metabolism diseases defined by elevations of fasting or postprandial glucose. The prevalence of diabetes is increasing dramatically in the world. Currently, 10 000 000 patients are suffering from diabetes mellitus in Turkey. Cardiovascular diseases are the major causes of mortality in patients with diabetes. The recently published sudys have shown that effective glicose control reduces significantly macro and microvascular complications among patients with diabetes. An early and effective antidiabetic treatment is most important therapetic target for the prevention of micro- and macrovascular events in patients with diabetes.

10.
Reiki: Eski Bir İyileştirme Sanatı-Modern Hemşirelik Uygulaması
Reiki: An Ancient Healing Art-Modern Nursing Practice
Zeynep Erdoğan, Sezgi Çınar
doi: 10.5505/kjms.2011.70288  Sayfalar 86 - 91
Tamamlayıcı ve alternatif terapiler insanoğlu var olduğu andan itibaren kullanılmasına rağmen 1990’lı yıllardan sonra yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler arasında yer alan ve Japonca bir kelime olan reiki; noninvasif, yan etkisi olmayan, var olan tedavi üzerine olumsuz etkisi olmayan, farklı akut ve kronik durumları önleyen ve tedaviye yardımcı olan, uygulanması kolay ve maliyet etkili bir tedavi şeklidir. Rehabilitasyon üniteleri, hospisler, acil bakım üniteleri, psikiyatri klinikleri, ameliyathaneler, huzurevi/yaşlı bakım evleri, pediatri klinikleri, kadın doğum ve jinekoloji klinikleri ve neonatal bakım kliniklerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Reiki, hastane ve kliniklerde birinci derece reiki eğitimi almış hemşire gibi lisanslı uygulayıcılar, lisanssız reiki uygulayıcıları ve bakım vericiler, aile üyeleri ve hastalar tarafından uygulanabilir.
Reikinin terapotik etkisiyle ilgili yapılan kanıta dayalı randomize kontrollü çalışmalar incelendiğinde; ağrıyı hafifletme (özellikle postoperatif ve kanser), anksiyete/depresyonu azaltma, yaşam kalitesini artırma, yorgunluğu azaltma, kan basıncı ve nabzı düzenleme, relaksasyonu ve konforu sağlama gibi etkilere sahip olup, standart hemşirelik bakımını bütünlediği bildirilmiştir.
Complementary and alternative therapies have been widely used since 1990s, although it has been used since human beings existed. Reiki, one of the complementary and alternative therapies, is a Japanese word and a noninvasif treatment method withouth side effects and negative effects on actual treatment. It prevents various acute and chronic conditions and helps to treatment. Its application is simple and cost effective. Reiki is widely used in rehabilitation units, hospices, emergency care units, psychiatric clinics, operating rooms, nursing home / elder care homes, pediatric clinics, gynecology clinics, and maternity and neonatal care clinics. Reiki can be applied by nurses trained as first-degree reiki practitioners, unlicensed reiki practitioners, care-makers and family members in hospitals and clinics
Evaluation of evidence-based randomized controlled trials related to therapeutic effects of Reiki has showed that it has affects such as pain relief (especially postoperative and cancer), recovery from anxiety / depression, improvement of the quality of life, recovery from the fatigue, regulation of the blood pressure and the pulse, maintainance of the relaxation and comfort. It complets standard nursing care.

 

Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.


Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi Editörlüğü
Kars, Türkiye    

Telefon: +90 474 225 11 92 - 93                                    Faks: +90 474 225 11 96

e-mail: edit.tipdergi@gmail.com

Yukarı Git