Cilt: 1 Sayı: 3 - 2011 | |
Özetleri Gizle | << Geri | |
ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Halosperm tekniği ile bakılan DNA fragmantasyon oranının IVF-ICSI sonuçları üzerine olan etkisi The effect of DNA fragmantation rate measured by using Halosperm technique on IVF-ICSI outcomes Mustafa Kara, Nurettin Türktekin, Turgut Aydındoi: 10.5505/kjms.2011.39974 Sayfalar 92 - 96 Amaç Sperm DNA hasarı erkek infertilitesinin önemli bir sebebidir ve IVF’in bsonuçlarını etkiler. Bu çalışmada DNA fragmantasyon oranının IVF-ICSI sonuçları üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Yöntem Toplam 15 hasta çalışmaya dahil edildi. Tedavi protokolünün antagonist ve uzun ortokol olmasına ve DNA fragmantasyonunun %30 v eüstünde ya da %30'un altında olmasına göre hastalar iki ayrı gruplama işlemi sonrası IVF-ICSI sonuçları değerlendirildi. DNA fragmantasyonu halosperm tekniği ile hesaplandı Bulgular Karşılaştırma gruplarına göre çalışmada yer alan hastaların infertilite özellikleri benzerdi. Tedavi protokolüne göre kıyaslamada gruplar arası anlamlı farklılık izlenmedi (p>0,05). DNA fragmantasyon oranına göre kıyaslamada da tedavi sonuçları açısından farklılık izlenmedi (p>0,05). Fertilizasyon oranı % 29.7 olarak bulundu. Klinik gebelik oranı % 6.6 idi. Spermlerin ortalama DNA fragmantasyon oranı (DFO) 25.2 ± 13.6 idi. Sonuç Çalışmamız spermatozoadaki DNA fragmantasyon oranını IVF-ICSI sonuçları ile ilişkisiz bulsa da, daha büyük örneklemle yapılan prospektif randomize kontrollü çalışmaların daha aydınlatıcı olacağını düşünüyoruz. Aim Damage in sperms DNA is an important cause of male infertility and effects the outcomes of in vitro fertilization. We aimed to study the influence of DNA fragmantation rate on IVF-ICSI outcomes. Methods A total of fifteen patients were included in the study. The patients were involved in a grouping process according to the treatment protocols of antagonize and long protocols, or according to the DNA fragmantation rate of 30% and more or less than 30%. The outcomes of the IVF-ICSI processes were evaluated by comparison of the groups. DNA framantation rates were demonstrated by using the halosperm technique. Results Infertility characteristics of the comparison groups were similar. The comparison according to the treatment protocols did not show significant differences between the outcomes of the treatments (p>0.05). In addition, comparison according to the spern DNA fragmantation rates also did not show significant differences between treatment outcomes (p>0.05). The total fertilization rate was 29.7% and the clinical pregnancy rate was 6.6 %. Mean DNA fragmantation rate of the sperms was 25.2 ± 13.6. Conclusion: Although, our study could not demonstrate a correlation between the DNA fragmantation rates of the sperms and the IVF-ICSI outcomes, we think that future prospective randomized controlled trials with larger samples will be more enlightening. |
TAM DERGI | |
2. | Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi 2011; 1(3): 92-138. Kafkas Journal of Medical Sciences 2011; 1(3): 92-138. Bahattin BalcıSayfalar 92 - 138 Makale Özeti | Tam Metin PDF |
ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI | |
3. | Koroner arter bypass grafti cerrahisine giden diyabetik hastalarda preoperatif sigara kullanılmasının postoperatif serebrovasküler olaylar üzerine etkisi The effect of preoperative smoking on postoperative serebrovascular accidents in diabetic patients undergoing to coronary artery bypass graft surgery Fatih Aygündoi: 10.5505/kjms.2011.75047 Sayfalar 97 - 102 Amaç Bu çalışma koroner arter bypass cerrahisi (KABC) uygulanan diyabetik hastalarda gelişebilecek postoperatif serebrovasküler olay (SVO) ile preoperatif sigara içiminin ilişkisini araştırmak için düzenlenmiştir. Yöntem Bu prospektif çalışmada Ocak 2008 ve Temmuz 2011 tarihleri arasında KABC geçiren 135 hasta yer aldı. Hastalar iki gruba ayrıldılar. Grup 1 sigara içenler /(n=17), grup 2 ise sigara içmeyenlerden oluşuyordu (n=118). Postoperatif öngörülen SVO riski için Amerikan Kalp Derneği’nin 2004’de güncellediği ölçüt kullanıldı. Kriterlere göre tahmini postoperatif SVO riski %0,6 ile %2 (bütün hastalar için ortalama %1,04 ± 0,4) arasında değişti. Bütün hastalar postoperatif olası SVO’yu tanıyabilmek için ameliyat sonrası 60 günlük takip programına alındılar. SVO açısından belirti, bulgu ya da şüphesi olan hastalar; radyoloji ve nöroloji bölümleri ile işbirliği altında multi-disipliner yaklaşım ve seri kraniyal tomografilerle değerlendirildiler. İstatistiksel analiz Student t, Fischer’in kesinlik, Yates’in düzeltmeli ki-kare testi ve Mann Whitney U testleri kullanılarak yapıldı. P değerinin 0,05’ten küçük olması anlamlı sayıldı. Bulgular Katılımcıların 83’ü erkek ve 52’si kadındı. Hem sigara içenlerin(%88,2) hem de içmeyenlerin (%57,6) grubunda erkekler kadınlara göre anlamlı derecede daha fazlaydılar (p<0,05). Sigara içenler grubundaki erkek oranı, sigara içmeyenler grubundaki erkek oranından da anlamlı derecede fazlaydı (p<0,05). İnsüline bağımlı DM oranı sigara içenler grubunda %52,9 ve içmeyenler grubunda %30,5’ti, ancak iki grup arası fark istatistiksel olarak anlamalı değildi (p>0,05). Preoperatif olarak belirlenen tahmini postoperatif SVO oranı, intraoperatif pompa ve kros klampleme zamanları açısından gruplar arası anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Sigara içenler grubunda iki (%11,8) ve içmeyenler grubunda iki (%1,7) postoperatif SVO görüldü. Postoperatif SVO oranı sigara içenlerde anlamlı derecede yüksekti (p<0,05). Sonuç KABC için kardiyovasküler cerrahi bölümüne başvurudan önceki son altı ayda sigara içmek, diyabetik hastalarda postoperatif SVO riskini arttırır. Aim The study was designed to investigate the correlation between preoperative cigarette smoking and postoperative cerebrovascular accidents (CVA) after in coronary artery bypass graft (CABG) surgery in diabetic patients. Methods This prospective observational study included 135 diabetic patients underwent coronary artery bypass graft surgery between January 2008 and August 2011. The participating patients were divided into two groups as: Group 1 (n=17) cigarette smokers and Group 2 (n=118) non-smokers. Preoperative risk analysis for estimating the post operative CVA was performed by using the criteria of American Heart Association (ACC/AHA) updated in 2004. According to the criteria, assumed postoperative CVA risks ranged between %0.6 and %2 (mean rate for all patients was %1.04 ± 0.4). Until the postoperative 60th day, all patients were integrated in a follow up programme to scan and diagnose a probable CVA. Patients with symptoms, signs and suspicions of CVA were evaluated by a series cranial tomography scanning and a multi-disciplinary approach in conjunction with the departments of radiology and neurology. Statistical analysis was performed using Student’s t test, Fischer’s exact test, Yates’ correction chi-square test and Mann-Whitney U test. A p value < 0.05 was considered statistically significant. Results There were 83 were male and 52 female participants. The number of males was significantly higher than the females in both the smokers (88.2%) and the non-smokers groups (57.6%), (p<0.05). The rate of the male patients in the smokers group was also significantly higher than the rate of the smokers in the non-smokers group (p<0.05). The rate of patients with insulin dependent DM was 52.9% and 30.5% in the smokers and non-smokers group, respectively, however the inter group difference was not significant (p>0.05). The rate of preoperatively defined estimated postoperative CVA risk, intra-operative pump use and cross-clamping durations did not show significant differences between the smokers and non-smokers (p>0.05). There were two postoperative CVA (%11.8) cases in the smokers and two CVA cases in the non-smokers (%1.7) groups. The rate of CVA was significantly higher in the smokers in comparison with the non-smokers (p<0.05). Conclusion Smoking in the last six months of application to the department of cardiovascular surgery for isolated CABG surgery increases the risk for post operative CVA in diabetic patients. |
4. | Sigara içmek üniversite öğrencilerinin fiziksel aktivitesini etkiliyor mu? Does cigarette smoking effect the physical activity of the university students? Ferhan Soyuer, Demet Ünalan, Ferhan Elmalıdoi: 10.5505/kjms.2011.58066 Sayfalar 103 - 108 AMAÇ: Bu çalıșmanın amacı, üniversite öğrencileri arasında, sigara içme sıklığını ve bu durumun fiziksel aktivite ile ilișkisini araștırmaktır. YÖNTEM: Bu kesitsel çalıșma, 180 üniversite öğrencisinde, örnekleme metodu ile yapıldı. Fiziksel Aktiviteyi Değerlendirme Anketi (FADA) veri toplama aracı olarak kullanıldı. Ek bir anket de sigara içme sıklığı ve katılımcıların demografik verilerini toplamak için kullanıldı. BULGULAR: Öğrencilerde sigara içme sıklığı %8,9 bulundu. Sigara içen ve içmeyen gruplar arasında yaș, cinsiyet ve sosyal güvenliksistemi içinde yer alma açısından anlamlı fark bulundu (p<0,05). Sigara içen ve içmeyen gruplar arasında fiziksel aktivite ölçümünün, FADA merdiven, FADA spor ve FADA toplam değișkenleri açısından anlamlı fark vardı (p<0,05). FADA’dan alınan toplam fiziksel aktivite puanına göre, sigara içen grup içindeki 16 kiși (%80) sedanterdi. İkili lojistik regresyon analizi, fiziksel aktivitenin arttırılmasının, sigara içme olasılığını azalttığını gösterdi. (p<0,05). Erkek cinsiyet ise sigara içme olasılığını arttırmaktaydı (p<0,05). SONUÇ: Üniversite öğrencilerinden sigara içenler daha düșük fiziksel aktiviteye sahiptir. Bu durum, genç nüfus için okul temelli sigara içme kontrolü ve/veya fiziksel aktivite programlarını hedefl eme ve düzenleme açısından değerli bir bilgidir. AIM: The aim of this study is to search for the frequency of smoking and its relation with physical activity among university students. METHODS: This cross-sectional study was performed by using a sampling method among 180 university students. The Physical Activity Assessment Survey (PAAS) was used to collect the data. An additional questionnaire was used to obtain smoking frequency and the demographic data of the participants. RESULTS: The smoking frequency was 8.9% among the students. Smokers and non-smokers differed signifi cantly from each other in the analyses of the parameters like the age, gender, height and being involved in the social insurance system (p<005). According to the physical activity assessing scale (PAAS) stair, PAAS sport and PAAS total variables, physical activity measurements were different between the smokers and non-smokers (p<0.05). According to the total physical activity score from PAAS, 16 (80%) smoker students were sedentary. Binary logistic regression analysis indicated that higher levels of physical activity reduced the probability of smoking (p<0.05). Moreover, the male gender increased the probability of smoking (p<0.05). CONCLUSION: Smokers among university students have lower physical activity levels. This fi nding is a valuable new insight for targeting and organising school-based smoking control and/or physical activity programs for the young population. |
5. | Sporcularda Sigaraya Bağlı Olușan Oksidatif Hasar Üzerine A ve E Vitaminlerinin Koruyucu Etkileri Protective Effects of the Vitamines A and E on the Smoking Induced Oxidative Damage in Sportsmen Nevzat Demirci, Ebru Beytut, Nadide Nabil Kamiloğludoi: 10.5505/kjms.2011.43531 Sayfalar 109 - 113 AMAÇ: Sigara günümüzün en önemli halk sağlığı problemlerinin başında gelmektedir, Sigara içimi sırasında çok sayıda serbest radikal ve reaktif oksijen ürünleri açığa çıkmaktadır. Bu çalışmada A ve E vitaminlerinin sigaraın oluşturduğu hasara karşı koruyucu etkisini araştırmayı amaçladık. YÖNTEMLER: Bu çalışmada aktif spor yapan 14 gönüllü sporcu yer aldı. Sporcular son bir yılda günde en az 10 sigara içen (Sigara içenler) ve hiç sigara içmeyenler (sigara içmeyen grup) olarak iki gruba ayrıldılar. İki gruba da 3 hafta, haftada 3 gün, günde 2 saat antrenman programı uygulandı. Antrenmandan bir saat önce 200 mg dozda oral A ve E vitamini verildi. Serum malondialdehid, gulutatyon, A ve E vitaminleri düzeyleri ölçümü için antrenman programı başlangıcı ve sonunda kan örnekleri alındı. Gruplara arası değişkenler, bağımsız değişkenler t testi ve grup içi değişkenler eşlenmiş t test ile karşılaştırıldılar. BULGULAR: Gruplar arasında antrenman başlangıcı serum malandealdehid, glutatyon, A ve E vitamini düzeyleri açısından anlamlı farklılık izlenmedi (p>0.05). Ancak, grupların antrenman programı sonunda karşılaştırlması ve grup içi malondealdehit, glutatyon, vitamin A ve E başlangıç ve son değerleri karşılaştırılmaları anlamlı farklılıklar gösterdi (p<0,05). SONUÇ: Sigara içmek lipit peroksidayon (malondealdehid) seviyelerini artırıken, glutatyon, vitamin A ve E seviyelerini azaltır. Sporcularda A ve e vitamini gibi antioksidan ajan desteği, sigaranın sebep olduğu oksidatif hücre hasarını önleyebilir. OBJECTIVE: Nowadays, smoking is the leading public health issue. Many free radicals and reactive oxygen products are released during smoking. In this study we aimed to search for the protective effects of the vitamines A and E on the oxidative damage induced by smoking. METHODS: The study included 14 volunteer active sportmen. Sportsmen were divided into two groups as smokers ( smoking at least 10 cigarettes daily for the last one year) and non-smokers. Both groups were involved in a daily 2 hours training programme 3 times a week for three weeks. One hour before each training session, participants were administered an oral dose of 200 mg of the vitamines A and E. Blood samples were collected at the initial anf final stages of the trainning program collected to measure the serum levels of malondialdehyde, glutathione, and the vitamines A and E. Inter group variables were compared by using independent t test and intra group variables were conpared by using paired t test. RESULTS: The serum levels of malondialdehyde, glutathione, and the vitamines A and E did not show any significant difference between groups at the initial stage of the trainning pragram (p>0.05). However, the comparison of the groups at the end of the trainning program, and the comparison of the initial and final values of malondialdehyde, glutathione, and the vitamines A and E in both groups showed significant differences (p<0.05). CONCLUSION: Smoking increases lipid peroxidation (malondialdehyde) levels and decreases levels of glutathione and the vitamines A and E. Supplementation of antioxidant agents such as the vitamines A and E in sportsmen may prevent against the oxidative cell damage caused by smoking. |
6. | Hastane içi kardiyak arrestler ve resüsitasyonlarındaki deneyimlerimiz Our experiences with the in hospital cardiac arrests and their resuscitations Hakan Oğuztürk, Muhammet Gökhan Turtay, Yusuf Kenan Tekin, Ediz Sarıhandoi: 10.5505/kjms.2011.08108 Sayfalar 114 - 117 Amaç Bu çalışmada acil serviste kardiyak arrest gelişen hastalarda var olan hastalık gruplarını, arrest ritimlerinin türlerini, kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) süresi ile mortalite oranlarını araştırmayı amaçladık. Yöntem Bir yıllık sürede içinde hastane içinde arrest olan 70 hastanın dosyası geriye dönük incelendi. Yaş, cinsiyet, etiyoloji, arrest sırasındaki kardiyak ritim, kardiyopulmoner resüsitasyon süresi ve sonuçları araştırılan parametrelerdi. Kardiyopulmoner resüsitasyon kalp atımı ve kan basıncının devamlılığı sağladığında girişim başarılı kabul edildi. Grup içi karşılaştırmalarda X2 testi ve kardiyak arrest sırasındaki ritim farklılıklarına göre cinsiyetlerin karşılaştırılmasında Kruskal Wallis testi kullanıldı. Bulgular Yaş ortalaması 63,4 ± 17,3 olan 70 hastaya ileri yaşam desteği verildi. Hastaların 41’i (%58,6) erkek ve 29’u (%41,4) kadındı. Arrestin başlangıcındaki kardiyak ritimler incelendiğinde en sık ventriküler fibrilasyon 32(%45,7) ve asistoli 28(%40) izlendi. Kardiyopulmoner resüsitasyon yapılan 11 (%11,7) hastada resüsitasyona yanıt alınamadı. Arresti takiben uygulanan kardiyopulmoner resüsitasyon süresi ortalama 17,64 ± 14,30 dakikaydı. Kardiyopulmoner resüsitasyona yanıt alınan hastaların 18’i (%25,7) iyileşti ve taburcu edildi. Sonuç Kardiyak arrestlerin önemli bir kısmı kardiyak hastalıkların sonucudur ve arrest sırasında en sık ventriküler fibrilasyon görülür. Buna ek olarak ventriküler fibrilasyonla başlayan arrest hastalarında hem spontane dolaşımın sağlanması hem de hastaneden taburculuk şansı daha fazladır. Aim We aimed to analyse the patients diagnosed with cardiac arrest in the emergency service in accordance to their chronic illnesses, cardiac rhythm at the beginning of the cardiac arrest, the duration of the cardiopulmonary resuscitation and the mortality rates. Methods The records of 70 patients diagnosed with in hospital cardiac arrest in a one year period were analysed retrospectively. Age, sex, aetiology, cardiac rhythm at the time of cardiac arrest, the duration and the results of the cardiopulmonary resuscitation were the searched parameters. Cardiopulmonary resuscitation was considered successful following the establishment of spontaneous heart beats and a steady blood pressure. X2 test was used for intra group analysis and Kruskal Wallis test used to compare the genders of the patients according to the cardiac rhythm at the time of the cardiac arrest. Results Seventy patients with a mean age of 63.4 ± 17.3 received advanced life support. There were 41 (58.6%) male and 29 (41.4%) female patients. In the analysis of the cardiac rhythms at the beginning of the arrests, ventricular fibrillation in 32 (45.7%) and asystole in 28 (40%) patients were the most frequent ones. Eleven (11.7%) patients were unresponsive to cardiopulmonary resuscitation. The mean cardiacpulmonary resuscitation time was 17.64 ± 14.30 minutes. Eighteen (25.7%) of the patients recovered and were discharged. Conclusion Most of the cardiac arrests are the results of cardiac diseases and ventricular fibrillation is the most frequent cardiac rhythm at the time of the arrest. In addition, in patients with ventricular fibrillation at the time of the cardiac arrest, the chance of establishment of a spontaneous circulation and hospital discharge is higher. |
7. | Kırıkçı ve çıkıkçılar tarafından tedavi edilen hastaların özellikleri: Bir gözlemsel klinik çalışma The characteristics of the patients treated by the bonesetters: An observational clinical study Ertuğrul Allahverdidoi: 10.5505/kjms.2011.54154 Sayfalar 118 - 121 AMAÇ: Travma sonrası kırıkçı ve çıkıkçılara bașvuran hastaların özelliklerini belirlemek. YÖNTEM: Çalıșmada Temmuz 2009 ve Eylül 2010 tarihleri arasında, daha önce kırıkçı ve çıkıkçılar tarafından tedavi edilen ya da girișime maruz kalan 61 hasta yer aldı. Hastaların özelliklerinin kaydı için araștırmacı tarafından geliștirilen bir bilgilendirme formu ve bu forma eklenmiș daha önceden standardize edilmiș SF-36, Nötral Sıfır Metodu, Vas Scala ve Nottingham Sağlık Profi li (NHP) skorlama ölçekleri kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesinde frekans ve yüzdeler kullanıldı. Grup içi farklılıkları belirlemek için X2 testi kullanıldı. BULGULAR: Kırıkçı ve çıkıkçılar çoğunlukla gençler, çocuklar ve kadınları tedavi etmektedirler. Kırıkçı ve çıkıkçılara genelde eğitim düzeyi düșük bireyler (hasta ya da yakınları) bașvurmaktadır. Hastanede sakat kalma korkusu (%52) en sık kırıkçı çıkıkçı tercih sebebiydi. Kırıkçı ve çıkıkçı tedavileri sonrası yüksek oranda komplikasyon ve komplikasyon gelișenlerde yüksek oranda fonksiyon kaybı (%91) izlendi. SONUÇ: Kırıkçı ve çıkıkçılara bașvurunun azalması, dolayısı ile komplikasyon ve ișlev kayıplarının azalması için hem okullașma oranın artması hem de halkın sağlık alanında bilgilendirilmesinin yararlı olacağını düșünüyoruz. Anahtar kelimeler: kırık, kapalı kırık, geleneksel tıp, görsel analog skala, șarlatanlık AIM: To determine the characteristics of the patients applying to bone settlers following a traumatic injury. METHODS: The study included 61 patients with a prior history of an application to bonesetters following a traumatic injury, between July 2009 and September 2010. An information form designed by the researcher and standardized special forms including SF- 36, Neutral null method, Visual analogue Scale and Nottingham Health Profi le were used to record the characteristics of the patients. Frequencies and percentage values were used during the analysis of the data. χ2 test was used to determine the intra group variations. RESULTS: Bonesetters treat mostly the children, young people and the women. Generally, individuals (the relatives of the patients or themselves) with low levels of education apply to bonesetters. Fear of acquiring a permanent disability in the hospital was the leading reason (52%) of bonesetter preference. Treatments provided by the bonesetters caused high complication rates and those complications caused high functional defect rates (91%). CONCLUSION: Increase in schooling rates and more dense public education about health services would be useful to decrease the rate of applications to bonesetters which in turn would decrease the complication and functional defect rates. Key words: fracture; occult fracture; traditional medicine; visual analogue scale; quackery |
OLGU SUNUMU VEYA SERISI | |
8. | Cantrell Pentaloji Ve Fokomelia Birlikteliği Saptanan Olgunun Antenatal Tanısı Antenatal Diagnosis Of A Case Of Pentalogy Of Cantrell Associated With Phocomelia Melek Çiçek, Kahraman Ülker, Abdülaziz Gül, Kemal Kösemehmetoğlu, Bahattin Balcıdoi: 10.5505/kjms.2011.35220 Sayfalar 122 - 126 Cantrell pentalojisi; kısmi ya da tam ektopia kordis, supraumbilikal karın ön duvar duvar defekti, konjenital kalp defektleri, sternum alt ucu, perikardium ve ön diyafram defektleri birliktelikleri olan ve nadir görülen bir sendromdur. Olgumuzda; gebeliğinin 20. haftasında gastroșizis ön tanısıyla refere edilen bir gebenin fetüsünde Cantrell pentalojisi ve sol üst ekstremitede fokomeli saptanmıștır. Tıbbi tahliye sonrası yapılan post mortem incelemede tanı doğrulanmıștır. Bizim bilgimize göre Cantrell Pentalojisi ile fokomeli birlikteliği olan ilk olguyu sunuyoruz. Anahtar kelimeler: Cantrell pentalojisi; fokomelia; pentaloji sendromu; ektopik kalp; karın duvarı defekti; diyafram defekti; skolyoz Pentalogy of Cantrell is a rare congenital syndrome; described as the association of partial or complete ectopia cordis, a supraumbilical abdominal wall defect, congenital heart defects, defects in the lower sternum, pericardium, and a defi ciency at the anterior diaphragm. In this case, a woman at 20th week of her pregnancy was referred to our clinic with the diagnosis of gastrochisis, however diagnosed with a Cantrell pentalogy associated with a phocomelia of the left upper extremity. Following the termination of the pregnancy postmortem examination confi rmed the prenatal diagnosis. To our knowledge, we present the fi rst case of Cantrell Pentalogy associated with phocomelia. Key words: Cantrell pentalogy; phocomelia; pentalogy syndrome; ectopia cordis; abdominal wall defects; diaphram defect; pericardium defect; scoliosis |
9. | Endüstriyel press makinesine sıkışmaya bağlı gelişen ön kol kompartman sendromu Forearm Compartment syndrome due to trapping in an industrial press machine. Kemal Gokkus, Murat Saylik, Ahmet Turan Aydindoi: 10.5505/kjms.2011.02996 Sayfalar 127 - 129 Ön kol kompartman sendromu humerus suprakondiler kırıklarının ve ön kol kırıklarının en önemli komplikasyonudur. Eğer tedavi edilmezse; Volkmann iskemik kontraktürü gelişir. Deprem de yıkılan binaların altında uzun süreli basınç altında ezilme yaralanmalarında veya işyeri kazalarında bir cismin altında kalmalarda (sanayi tipi mengene gibi) kırık olmaksızın da kompartman sendromu gelişebilir.Tanıda gecikme hasta ve doktor için felaketle sonuçlanır ve pek çok adli sorun yaratır. Kompartman sendromunun tanısı öncelikle klinik tecrübeye dayanır. Özellikle ön kolun ezilme ve sıkışma tipi yaralanmalarında kırık olsa da, olmasa da hekimler kompartman sendromu şüphesini akıllarına getirmelidirler. Bu yazıda ezilme ve fazla sıkı alçı sonrası komplikasyon olarak gelişen bir kompartman sendromunun sağaltımını sunmayı amaçladı. Forearm compartment syndrome is the most important complication of the humeral supracondylar and forearm fractures. If left untreated, Volkmann’s ischemic contracture develops. Earthquake injuries by prolonged direct pressure of collapsed buildings on crushed extremities or industrial injuries (such as trapping in an industrial clamp) may result in acute compartment syndrome without fracture. Delayed diagnosis results in a disaster for both the patient and the physician, and may cause many medico legal problems. The diagnosis of compartment symptom is essentially based on clinical experience. Particularly in compression and crush type injuries of the forearm with or without fracture, physicians should be suspicious about the compartment syndrome. In this paper we aim to report the management of a case of compartment syndrome as a complication of improperly tight long arm cast and crush injury of the right forearm. |
10. | Multipl bölge tutulumu gösteren hidradenitis süppürativa olgusu A case of hidradenitis suppurativa with multiple site involvements Bahar Kandemir, Emel Türk Arıbaş, İbrahim Erayman, Ayşe Uludoi: 10.5505/kjms.2011.94840 Sayfalar 130 - 132 Hidradenitis süppürativa deri ve deri altı dokuyu tutan kronik seyirli, relapslarla seyreden ve skatrisle sonlanmaya eğilimli bir hastalıktır. Vücudun apokrin bez içeren bölgelerinde; daha çok aksiller, inguinal ve anogenital bölgelerde ağrılı inflame lezyonlar ile karakterizedir. Hastalığın kliniği değișkendir. Hafif olgular rekürren izole nodüller șeklinde ortaya çıkabilirken ağır seyreden olgularda kronik inflamasyon skar dokusu, fonksiyonel yetersizlik ve nadiren de squamöz hücreli karsinoma sebep olabilir. Tedavi seçenekeleri topikal ve sistemik antibiyotikler, oral retinoidler, cerrahi girișim, hormonal tedavi ve immunsupressif tedaviyi içerir. Bu yazıda topikal ve sistemik antibiyotik tedavisine yanıt vermeyen 34 yașındaki erkek hastada ortaya çıkan ve multipl tutulum gösteren bir hidradenitis süppürativa olgusu sunulmuștur. Anahtar kelimeler: apokrin bez; hidradenitis süppürativa; akne inversa; Hidradenitis suppurativa is a relapsing disease with a chronic course, tends to terminate with scarring and involves the cutaneous and subcutaneous tissue. It involves painful, infl amated nodules of the apocrine gland bearing areas of the body most commonly located at the axillary, inguinal and anogenital regions. The disease has a variable clinical course. Mild cases may present as recurrent isolated nodules, while in severe cases chronic infl ammation may lead to scarring, functional impairment, and rarely to squamous cell carcinoma. Treatment options include topical and systemic antibiotics, oral retinoids, surgical excision, hormonal therapies and immunosuppressant agents. In this paper a case of a hidradenitis suppurativa in a 34 year old man with multiple site involvements and resistance to topical and systemic antibiotic therapy is reported. Key words: apocrine glands; hidradenitis suppurativa; acne inversa; retinoid |
DERLEME | |
11. | Gebelikte elektrokonvülsif tedavi Electroconvulsive therapy during pregnancy Yüksel Kıvrak, Kahraman Ülker, Süleyman Gündüz, Mustafa Arıdoi: 10.5505/kjms.2011.29392 Sayfalar 133 - 138 Gebelik kadınlarda önemli biyolojik, psikolojik ve sosyolojik değişikliklere yol açar. Gebelik haftası, anne ve fetüste gelişebilecek yan etkiler, gebelerin psikolojik bozukluklarının yönetiminde de dikkate alınması gereken önemli faktörlerdir. Bu nedenle gebelikteki psikiyatrik yaklaşımda bazı farklılıklar vardır. Bu yazıda gebelikte elektrokonvüsif tedavi kullanımını özellikle anne ve fetüse etkileri açısından, tıbbi literatürü gözden geçirerek incelemeyi amaçladık. Pregnancy results in major biological, psychological and sociological changes of the pregnant women. Gestational week, and probable maternal and fetal adverse effects are important factors that should be considered carefully during the management of psychological disturbances of a pregnant woman. Therefore, there are some differences in the psychiatric approach during pregnancy. In this paper, we aim to analyse the use of electroconvulsive therapy during pregnancy, particularly with its effects on the mother and the fetus, by reviewing the existing medical literature. |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı
Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi Editörlüğü
Kars, Türkiye
Telefon: +90 474 225 11 92 - 93 Faks: +90 474 225 11 96
e-mail: edit.tipdergi@gmail.com