Cilt: 3 Sayı: 1 - 2013 | |
Özetleri Gizle | << Geri | |
ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Yeșil Çay Ekstraktı ve Lactobacillus Casei Strain Shirota’nın Yüksek Karbonhidrat ve Lipit İçerikli Diyetle Beslenen Ratlarda Serum Mineral, Kolesterol, Trigliserid, Glikoz ve Laktat Seviyeleri Üzerine Etkileri Effects of Green Tea Extract and Lactobacillus Casei Strain Shirota on Levels of Serum Minerals, Cholesterol, Triglycerides, Glucose and Lactate in Rats Fed on High-carbohydrate and High-lipid Diets Turan Karaca, Fahri Bayıroğlu, Mustafa Cemek, Bahat Comba, Ahmet Ayaz, İhsan Karaboğadoi: 10.5505/kjms.2013.36855 Sayfalar 1 - 7 AMAÇ Bu çalıșmanın amacı, yeșil çay ekstraktı ve Lactobacillus casei strain Shirota’nın yüksek karbonhidrat ve lipit içerikli diyetle beslenen ratlarda serum mineralleri (Ca, Cu, Zn, Fe, Mg and Mn), kolesterol, trigliserid, glikoz ve laktat düzeyleri üzerine etkilerinin araștırılmasıdır. YÖNTEM Otuzbeș sağlıklı Wistar albino rat her grupta 5 hayvan olacak șekilde 7 gruba ayrıldı: Kontrol grubu (A), yüksek-karbonhidratlı diyet grubu (B), yüksek karbonhidratlı diyet ve 8 hafta süreyle probiyotik bakteri ilaveli grup- Lactobacillus casei strain Shirota (C), yüksek karbonhidratlı diyet ve 8 hafta süreyle yeșil çay ekstraktı verilen grup (D), yüksek lipit içerikli diyet grubu (E), yüksek lipit içerikli diyet ve 8 hafta süreyle probiyotik bakteri ilaveli grup- Lactobacillus casei strain Shirota (F) ve yüksek lipit içerikli diyet ve 8 hafta süreyle yeșil çay ekstraktı ilaveli grup (G). BULGULAR Serum kolesterol seviyesinin yüksek lipit ve yüksek lipit + yeșil çay ekstraktı ilaveli gruplarda (grup E ve G) kontrole ve diğer deneme gruplarına göre anlamlı olarak artığı tespit edildi (p<0.05). Serum trigliserid seviyesi yüksek karbonhidrat + probiyotik ilaveli grupta (grup C) diğer deneme gruplarından anlamlı olarak düșüktü (p<0.05). Yüksek kalorili diyet, yeșil çay ekstraktı ve probiyotik ilavesinin gruplarda serum laktat seviyesi üzerine herhangi bir etkisinin olmadığı görüldü. Serum Ca düzeyinin yanlızca yüksek karbonhidrat içerikli diyet grubunda anlamlı olarak azaldığı tespit edildi (p<0.05). Bununla birlikte, serum Zn ve Fe konsantrasyonlarının yüksek lipit ve yüksek lipit + probiyotik ilaveli gruplarda sırasıyla p<0.05 ve P<0.01 düzeylerinde anlamlı olarak artığı tespit edildi. Serum Mg seviyesinin tüm deneme gruplarında kontrole göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı tespit edildi (P<0.01). L. casei strain Shirota ve yeșil çay ekstraktı alınması yüksek karbonhidrat diyetli gruplarda serum glikoz seviyesini yüksek lipid diyetli gruba göre anlamlı olarak azalttığı belirlendi (p<0.05). SONUÇ Yeșil çay ekstraktı ve L. casei strain Shirota kullanımının yüksek enerjili diyetle beslenen ratlarda kan glukoz ve trigliserid seviyelerini düșürücü etkisi vardır. AIM The objective of the present study was to evaluate the effects of green tea extract and Lactobacillus casei strain Shirota on levels of serum minerals (Ca, Cu, Zn, Fe, Mg and Mn), cholesterol, triglyceride, glucose and lactate in rats on high carbohydrate and lipid diets. METHODS Thirty five healthy Wistar albino rats were used, five in each of seven experimental groups: control (group A), high-carbohydrate diet (group B), high-carbohydrate diet supplemented with probiotic bacteria for 8 weeks - Lactobacillus casei strain Shirota (group C), high-carbohydrate diet supplemented with green tea extract for 8 weeks - in drinking water: 100 mg/kg/day (group D), high-lipid diet for 8 weeks (group E), high-lipid diet supplemented with probiotic bacteria for 8 weeks (group F), high-lipid diet supplemented with green tea extract for 8 weeks- in drinking water: 100 mg/kg/day (group G). RESULTS A significant increase (p<0.05) in serum cholesterol was observed in groups treated with high-lipid, and high-lipid + green tea extracts (E and G) compared with other groups (P<0.05). Serum triglyceride levels were significantly lower in the high-carbohydrate + probiotic group (C) than in other groups (p<0.05). High-calorie diet, green tea extract and probiotic bacteria had no influence on serum lactate levels in any of the groups. Serum Ca levels decreased significantly only in the high-carbohydrate diet group (p<0.05). However, serum Zn and Fe concentrations increased significantly in the high-lipid and high-lipid plus probiotic bacteria groups, respectively (p<0.05 and 0.01). Serum Mg levels were signifi cantly lower in all experimental groups compared to the control group (P<0.01). L. casei strain Shirota and the green tea extract, signifi cantly lowered serum glucose levels in the highcarbohydrate groups compared to high-lipid groups (p<0.05). CONCLUSION The green tea extract and L. casei strain Shirota decreases serum glucose and triglyceride levels in rats fed on high-calorie diets. |
TAM DERGI | |
2. | Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi 2013; 3 (1): 1-53. Kafkas Journal of Medical Sciences 2013; 3 (1): 1-53. Kahraman ÜlkerSayfalar 1 - 53 Makale Özeti | Tam Metin PDF |
ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI | |
3. | Treadmill egzersiz elektrokardiyografi testinde izole inferior bölge ST çökmeleri saptanan hastalarda dobutamin stres ekokardiyografi testi ile iskeminin değerlendirilmesi Assessment of ischemia by using dobutamine stress echocardiography test in patients with isolated ST depression in inferior leads demonstrated during channel treadmill exercise electrocardiography test Ahmet Karakurt, Yüksel Kaya, Tolga Sinan Güvenç, Mehmet Akbulutdoi: 10.5505/kjms.2013.61687 Sayfalar 8 - 14 AMAÇ Treadmill egzersiz stres testinde (TMET) izole inferior ST segment depresyonu olan hastalarda, koroner iskemiyi tanımada dobutamin stres ekokardiyografi testinin (DSET) uygunluğu ile duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif öngörü değerlerini araștırmayı amacladık. YÖNTEM Çalıșmaya, TMET’de inferior bölgede, ST segmentinin J noktasından 80 ms sonra ≥1 mm down sloping veya horizontal çökmeleri olan, 70 erkek hasta alındı. Bütün hastalara yaşa özgü maksimal kalp hızının en az %85’ine ulaşana kadar DSET uygulandı. DSET sonrası 15±5 gün içinde, koroner dolaşımı değerlendirmek için altın standart test olarak selektif koroner anjiyografi ve ventrikulografi yapıldı. BULGULAR Hastaların ortalama yaşları 52±9’du. Koroner anjiyografide 28 hastada vasküler stenoz ( bir damarda ≥ %50) belirlendi. DSET bunların 23’ünde pozitif ve 5’inde negatifti. DSET pozitif hastalar 16 tek damar ve 7 iki damar hastalığından oluşuyordu. Koroner anjiyografi 42 hastada normaldi (stenoz yoktu ya da %50’den azdı). Bu hastaların 39’unda DSET negatifti. Ancak, vasküler stenozu olmayan (<%50) hastada DSET pozitifti. İnferior kardiyak iskemiyi tanımada DSET’in duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif ve negatif öngörü değerleri sırasıyla %82, %93, %88 ve %93’tu. SONUÇ TMET’de izole inferior segment ST çökmeleri saptanan hastalarda DSET kalp iskemisini saptamada yüksek tanısal değere sahiptir ve rutin olarak kullanılmalıdır. AIM We aimed to evaluate the diagnostic sensitivity, specificity, positive and negative predictive value of dobutamine stress echocardiography test (DSET) in the diagnosis of cardiac ischemia in patients with isolated inferior ST segment depressions in treadmill exercise stress test (TMET). METHODS Seventy male patients with horizontal or down sloping of ≥1 mm ST segment depressions, 80 msc after J point in inferior leads during TMET were included in the study. DSET was applied to all patients until at least an 85% of age specific maximal heart rate was reached. A selective coronary ventriculographic examination as a gold standard to evaluate the coronary circulation was performed within 15±5 days of the DSET. RESULTS The mean age of the patients was 52±9 years. Vascular stenosis (≥ 50% of a vessel) was demonstrated in the angiographic examination of 28 patients. DSET was positive in 23 and negative in 5 of these cases. DSET positive patients consist of 16 single vessel and 7 two vessel diseases. Coronary angiography examination was normal in 42 of the patients (without stenosis or stenosis of <50%). DSET was negative in 39 of these patients. However, in 3 of patients without vascular stenosis (<50%) DSET was positive. The sensitivity, specificity, positive and negative predictive value of DSET in the diagnosis of inferior cardiac ischemia were 82%, 93%, 88% and 93%, respectively. CONCLUSION DSET has a high diagnostic value and should be performed routinely in patients with isolated inferior ST segment depression in TMET. |
4. | Üçüncü basamak sağlık merkezi herni cerrahisi deneyimleri ve herni nüksünü etkileyen faktörler Inguinal hernia surgery experiences of a tertiary health center and the factors effecting the hernia recurrence Mehtap Oktay, Turgut Karaca, Özlem Suvak, Aziz Bulut, Mustafa Yasin Selçuk, Mustafa Gökhan Usman, Uğur Gözalan, Nuri Aydın Kamadoi: 10.5505/kjms.2013.77486 Sayfalar 15 - 20 AMAÇ Bu çalışmanın amacı inguinal fıtık cerrahisinin erken ve geç dönem sonuçlarının incelenmesi ve fıtık nükslerinde etkili olan faktörlerin belirlenmesidir. YÖNTEM Bu retrospektif çalışmada, 1993 ve 2005 yılları arasında üçüncü basamak sağlık merkezinde inguinal fıtık ameliyatı olan 521 hasta ile cerrahinin uzun ve kısa dönem sonuçlarını sorgulamak için yeniden iletişime geçildi. Cerrahi öncesi ve sonrası bulgular ile uzun ve kısa dönem sonuçların incelenmesiyle birlikte nüks olan ve olmayan fıtıkların karşılaştırılması yapıldı. BULGULAR Hastaların (N=521) ortalama yașları 52,24’dü (16–92) ve 478’i (%92) erkekti. Fıtıklar 252 (%48,3) hastada sağda, 193 (%37) hastada solda ve 76 (%14,6) hastada iki yandaydı. Nüks ve primer fıtık sayısı sırasıyla 59 (%9,9) ve 538’di (%90,1). İntraoperatif ve postoperatif komplikasyon sırasıyla 13 ve 30 hastada görüldü. Nüks fıtık varlığı ve vücut kitle indeksinin artması fıtık nüks oranını arttırdı (p<0,05). SONUÇ Daha önceden nüks etmiş fıtık varlığı ve artan vücut kitle indeksi fıtık nüksü için risk faktörleridir. AIM The aim of this study was to evaluate the short and long term results of inguinal hernia surgery and to detect factors effective on hernia recurrence. METHODS In this retrospective study, 521 patients who had undergone inguinal hernia surgeries between 1993 and 2005 in a tertiary health centre were re-contacted for questioning the short and long term outcomes. Preoperative and post operative findings and short and long term outcomes along with the comparison of the recurrent and non recurrent hernias were evaluated. RESULTS The mean age of the 521 patients was 52.24 (16–92), and 478 (%92) of them were male. The hernias were at the right side in 252 (48.3%) patients, left side in 193 (37%) patients, and bilateral in 76 (14.6%) patients. Recurrent and primary hernia numbers were 59 (9.9%) and 538 (90.1%), respectively. Intra-operative and post operative complications were observed in 13 and 30 patients, respectively. The presence of a recurrent hernia and an increase in body mass index were found to increase the rate of hernia recurrence (p<0.05). CONCLUSION Previous recurrence of an existing hernia and higher body mass indexes are the risk factors for hernia recurrence. |
5. | Diyabetik Hastalarda Koroner Baypas Cerrahisi: pompalı mı, pompasız mı? Coronary Artery Bypass Surgery in Diabetic Patients: Off-pump or On-pump? Atıf Yolgösteren, Tolunay Sevingil, Serkan Akarsu, Nöfel Ahmet Binicier, Mustafa Tokdoi: 10.5505/kjms.2013.53825 Sayfalar 21 - 26 AMAÇ Çalışmamızda diyabetik hastalarda, pompa (kardiyopulmoner bypass) ile ya da pompasız yapılan koroner revaskülarizasyon cerrahilerinin kısa dönem sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık. YÖNTEM Bu retrospektif çalışmada, Ocak 2002 – Aralık 2008 tarihleri arasında izole koroner arter bypass greft cerrahisi geçirmiş 138 diyabetik hastanın pre, intra ve postoperatif özellikleri incelendi. Hastalar iki gruba ayrıldı. Grup 1’de koroner işlemlerin pompasız yapıldığı 112 (%81,2) hasta yer alırken, Grup 2’de koroner işlemlerin pompa ile yapıldığı 26 (%18,8) hasta yer aldı. BULGULAR Preoperatif prognostik özellikler iki grupta da benzerdi. Bununla beraber pompa kullanılan grupla karşılaştırıldığında pompa kullanılmayan grupta distal anastomoz sayısı belirgin olarak daha azdı (2,7±0,7’ye karşın 3,1±0,69; P<0,05). İntra ve post operatif mortalite oranları her iki grupta da benzerdi (pompasız %2,7 ve pompalı %3,8; p>0,05), ancak pompa kullanılmayan grupta nörolojik komplikasyonlar belirgin olarak daha azdı (%0,9’a karșı %15,3; p<0,05). Ayrıca, pompa kullanılmayan grupta kan transfüzyonu ihtiyacı ve hastanede kalma süresi belirgin olarak daha azdı (p<0,05). SONUÇ Diyabetik hastalarda pompa kullanılmayan koroner arter cerrahisi, postoperatif morbidite ve hastanede kalıș süresini pompa kullanılan koroner cerrahi ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak azaltır. Ancak, hastane içi sağ kalım oranları açısından iki teknik arasında farklılık yoktur. AIM We aimed to compare the short term outcomes of off-pump and on-pump (cardiopulmonary bypass) coronary revascularization surgeries in diabetic patients. METHODS In this retrospective study, we analyzed the pre, intra and post operative characteristics of 138 diabetic patients underwent isolated coronary artery bypass grafting between January 2002 and December 2008. The patients were allocated into two groups. Group 1 consisted of 112 (81.2%) patients operated using the off off-pump coronary procedures and Group 2 consisted of 26 (18.8%) patients operated using the on-pump coronary procedures. RESULTS Preoperative prognostic factors were similar in both groups. However, off-pump patients received significantly fewer distal anastomoses than the on-pump group (2.7±0.7 versus 3.1±0.69; P<0.05). Intra and post operative mortality rates were similar in both groups (off-pump 2.7%, on-pump 3.8%; p>0.05), however the off-pump group had significantly fewer neurological complications (0.9% versus 15.3%; p<0.05). Off-pump patients also required less blood transfusion and had shorter lengths of hospital stay (p< 0.05) CONCLUSION The off-pump coronary operation in diabetic patients significantly reduces post operative morbidity and length of hospital stay compared with the on-pump coronary operation. However, in-hospital survival rates are similar for both techniques. |
6. | Sağlık Yüksekokulu Öğrencilerinin Kan Bağışına Yönelik Bilgi ve Tutumları School of Health Services Students’ Knowledge About and Attitude Towards the Blood Donation Nihal Bostancı Daştan, Murat Daştan, Nilüfer Kıranşaldoi: 10.5505/kjms.2013.43534 Sayfalar 27 - 32 AMAÇ Bir sağlık yüksekokulu öğrencilerinin kan bağışına yönelik bilgi ve tutumlarını belirlemeyi amaçladı. YÖNTEM Araştırma Mart-Mayıs 2009’da Kars Sağlık Yüksekokulu’nda yapıldı. Literatür incelemesi sonrası hazırlanan araştırma anket formu öğrencilerin sosyodemografik özellikler (18 madde) ve kan bağışına yönelik bilgi ve tutumunu (34 madde) belirlemek için kullanıldı. Araştırmaya 291 (toplamın %83,14) öğrenci katılmıştır. Veriler tanımlayıcı analizler ile değerlendirildi. BULGULAR Katılımcıların kan verme oranları (%12) Türkiye ortalamasının (%1,5) üstündeydi. Öğrencilerin çoğunluğu (%61,5)gelecekte kan bağışlamayı düşünüyordu, ancak %17,2’si farklı sağlık sorunları nedeniyle kan bağışı yapmaya uygun değildiler. Çoğu katılımcının kan bağışına yönelik bilgisinin orta düzeyde olduğu görüldü. SONUÇ Sağlık yüksek okulu öğrencilerin çoğunluğunun kan bağışına yönelik olumlu tutum ve davranışları vardır. Ancak, bağıș oranları gerekli olan seviyeden çok uzaktadır. AIM We aimed to evaluate the knowledge and attitude of the students of a school of health services towards blood donation. METHODS The study was conducted in Kars School of Health Services between March and May 2009. We used a questionnaire developed after a literature review that aimed to assess socio-demographic characteristics (18 items), knowledge and attitude (34 items) of the students towards blood donation. 291 (83.14% of total) students participated in the study. The data was evaluated using descriptive analysis. RESULTS The blood donation rate (12%) of the participants was over the Turkish average (1.5%). Most of the students were considering future donation (61.5%), however 17.2% of them were not suitable for donation because of various health problems. Most of the participants’ knowledge about blood donation was considered intermediate. CONCLUSION School of Health Services students have positive attitudes and practices towards blood donation. However, the donation rates are far from the required levels. |
OLGU SERİSİ | |
7. | Santral uyku apne sendromu ile prezente olan dört beyin sapı lezyonu olgusu Four cases of brain stem lesion presented with central sleep apnea syndrome Nergiz Hüseyinoğlu, Serkan Özben, Hilal Şafak Şanıvardoi: 10.5505/kjms.2013.07379 Sayfalar 33 - 36 Santral uyku apne sendromu, uyku sırasında solunum çabasının yokluğu nedeniyle oluşan tekrarlayıcı apneler ile karakterize bir hastalıktır. Santral uyku apnesinin çeşitli kardiyolojik ve metabolik nedenleri tanımlanmıştır. Beyin sapını etkileyen farkı nörolojik hastalıklar da santral uyku apnesinin gelişiminden sorumlu tutulmuştur. Burada nörolojik, kulak- burun- boğaz ve kardiyolojik muayeneleri normal olan, santral uyku apne sendromlu dört hastayı sunduk. Daha ileri ve ayrıntılı nörolojik inceleme için beyin manyetik rezonans görüntüleme incelemesi yaptık ve sonunda beyin sapında santral apnelere neden olabilecek araknoid kist ve menenjiomlar saptadık. Central sleep apnea syndrome is a disorder characterized by the recurrent episodes of apnea during sleep resulting from transient pause of ventilatory effort. Various cardiologic and metabolic causes of the central sleep apnea have been described. In addition, various neurological diseases affecting brainstem have been implicated in the development of the sleep apnea. In this report, we presented four patients with central sleep apnea syndrome and normal neurologic, otorhinolaryngologic and cardiovascular findings. For a further and detailed neurologic examination we performed a magnetic resonance imaging examination and eventually detected pathological fi ndings associated with arachnoid cyst and meningiomas. |
OLGU SUNUMU VEYA SERISI | |
8. | Sağ Arkus Aorta ve Ayna Görüntüsü Dallanması: Bir Olgu Sunumu The Right Aortic Arch With Mirror Image Branching: A Case Report Ali Sami Kıvrak, Nadire Ünver Doğan, Ahmet Kağan Karabulut, Zeliha Fazlıoğulları, Mustafa Koplaydoi: 10.5505/kjms.2013.32032 Sayfalar 37 - 40 Arkus aorta varyasyonları disfaji ve stridor gibi klinik belirtiler verebildiği gibi tamamen rastlantısal olarak da tespit edilebilir. Bu varyasyonlar radyolojik incelemeler ve cerrahi operasyonlar sırasında karışıklıklara yol açabildiği için anatomistler, radyologlar ve cerrahlar tarafından bilinmesi gereklidir. Bu yazıda, 50 yaşındaki bir erkeğin göğüs bilgisayarlı tomografisi görüntüsünde izlenen sağ arkus aort ve ayna görüntüsü dallanması sunulmaktadır. Sağ aortik arkın üçlü anomali görüntüsü; solda truncus brachiocephalicus varlığı, sağda truncus brachiocephalicus yokluğu ve sağ taraftaki arterlerin önce a. carotis communis dextra daha sonar a. subclavia dextra olmak üzere ayrı orijin almalarından oluşmaktaydı. Aortic arc variations may cause some clinical symptoms like dysphagia and stridor or may be determined incidentally. These variations may cause commotions during radiologic examinations and surgical operations. Thus, anatomists, radiologists and surgeons should be aware of them. In this paper, we present a case of a right aortic arch with mirror image branching observed in a computed tomography image of a 50 year-old man. The triple anomaly of the right aortic arch consisted of a left brachiocephalic trunk, the absence of a brachiocephalic trunk on the right side and the separate origins of the arteries on the right side, with the right common carotid artery preceding the right subclavian artery. |
DERLEME | |
9. | HIV/AIDS ve Cerrahi Yaklaşım HIV/AIDS and Surgical Approach Işıl Işık Andsoy, Oğuz Özyaraldoi: 10.5505/kjms.2013.47965 Sayfalar 41 - 47 AIDS’in görülme sıklığı bütün dünyada artmaktadır ve AIDS varlığı birçok tıbbi ve cerrahi işlemin uygulanmasını etkilemektedir. Rutin sağlık hizmeti sırasında bu ölümcül hastalığın hem hastalara hem de sağlık çalışanlarına bulaştırılma olasılığı hasta haklarının yok sayılmasına, standart cerrahi girişim ve yaklaşımın değişmesine sebep olabilir. AIDS hastaları hastalıkları sebebiyle ya da başka sebeplerden cerrahi girişimlere maruz kalabilirler. Ancak, hastalığın bulaşabilme ihtimali cerrahi ekibi stresli ve zor bir duruma sokar. Bunun için de, bilerek ya da bilmeyerek bazı sağlık çalışanları hasta için gerekli sağlık hizmetini sunmayabilir. Bu derlemede AIDS hastalarında karşılaşılan cerrahi durumları tartışmayı ve etik duyarlılıklarla birlikte bu hastalar için en iyi güncel pratik cerrahi yaklaşımı tanımlamayı amaçladık. AIDS has a gradually increasing frequency worldwide and its presence remarkably effects the application of standard medical and surgical procedures. The probability of transmission of this lethal disease to both the patients and the healthcare professionals during routine healthcare services may cause the violation of patients’ rights, alter the standard surgical interventions and the approaches. AIDS patients may undergo surgical procedures secondary to the disease and/or other health conditions. However, the possibility of the transmission of the infection to the surgical team members puts the surgical team in a stressful and troublesome condition. Thus, consciously or unconsciously some health care providers may not provide the required health service. In this review, we aimed to discuss the surgical conditions encountered in AIDS patients and to define the best current practical surgical approaches to these patients with respects to the ethical concerns. |
10. | Renal Sinüs Lipomatozu Renal Sinus Lipomatosis Işıl Başara, Yiğit Akın, Selim Serter, Aliseydi Bozkurt, Barış Nuhoğludoi: 10.5505/kjms.2013.72473 Sayfalar 48 - 53 AMAÇ Bu çalışmanın amacı renal sinüs lipomatozu olan hastaların bulgularını sunmak ve konuyu güncel literatür eşliğinde gözden geçirmektir. YÖNTEM Mayıs 2010 - Eylül 2011 tarihleri arasında radyoloji departmanında elde edilen bütün bilgisayarlı tomografi görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Renal sinüs lipomatozu olan 11 olgu ayırt edildi ve klinik ve laboratuar bulguları ile yeniden değerlendirildiler. BULGULAR Renal sinüs lipomatozu tanısı alan beş erkek ve altı kadın hasta vardı. Hastaların yaşları 36 ve 80 arasında değişmekteydi. Hastalardan yedisinde geyik boynuzu taşı izlendi. Hastaların çoğu asemptomatik olsa da, bazı hastalarda non-spesifik karın ağrısı, akut pankreatit ve pyelonefrit izlendi. SONUÇ Renal sinüs lipomatozu selim bir hastalık da olsa konvansiyonel tanısal yöntemleri kullanarak ürolojik tümörlerden ayırt edilmeleri zordur. Bilgisayarlı tomografi kesin tanıda ve adipoz dokunun yaygınlığını belirlemede yararlıdır. Ancak, renal sinüs lipomatozu tanı ve sağaltımı için radyoloji, üroloji ve patoloji departmanlarının multidisipliner çalışmaları gerekir. AIM The aim of this study is to present the findings of patients with renal sinus lipomatosis and review the subject in the light of the recent literature. METHODS All computerized tomography images obtained in the radiology department between 2010 May – 2011 September were examined retrospectively. Eleven cases diagnosed with renal sinus lipomatosis were isolated and re-evaluated with their clinical and laboratory findings. RESULTS There were five male and six female patients diagnosed with the renal sinus lipomatosis. The ages of the patients varied between 36 and 80. Stag horn calculi formation was observed in seven patients. Majority of the patients were asymptomatic, however some experienced non-specific abdominal pain, acute pancreatitis and pyelonephritis. CONCLUSION Although the renal sinus lipomatosis is a benign pathology the differential diagnosis with urological tumours may be difficult by using conventional diagnostic tools. Computerized tomography aids in the final diagnosis and determines the level of adipose tissue proliferation. However the diagnosis and the management of renal sinus lipomatosis require the multidisciplinary work of the departments of radiology, urology and pathology. |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı
Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi Editörlüğü
Kars, Türkiye
Telefon: +90 474 225 11 92 - 93 Faks: +90 474 225 11 96
e-mail: edit.tipdergi@gmail.com