Cilt: 5 Sayı: 2 - 2015 | |
Özetleri Gizle | << Geri | |
ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Akciğer Kanseri Hastalarında Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi Kullanımı ve Yașam Kalitesi Üstüne Etkileri Complementary and Alternative Medicine Use in Lung Cancer Patients and Its Impact on the Quality of Life Cihangir Pınar Dağtaş Gülgün, Hatice Kayadoi: 10.5505/kjms.2015.59454 Sayfalar 41 - 47 AMAÇ: Bu çalıșmada akciğer kanseri olan hastalarda tamamlayıcı ve alternatif tıp kullanımı üzerine veri sağlamayı ve bunun yașam kalitesi üzerine etkilerini araștırmayı amaçladık. YÖNTEM: Çalıșma evreni Yedikule Eğitim ve Araștırma Hastanesi Onkoloji Polikliniğine, Aralık 2011 ve Mart 2012 arasında kemoterapi almak için bașvuran hastalardan oluștu (N=200). Veriler bireysel bilgi formu, tamamlayıcı ve alternatif tıp yaklașım skalası ve Nightingale belirti belirleme skalası kullanılarak toplandı. Tamamlayıcı ve alternatif tıp yaklașım kullanan katılımcılar ile kullanmayanların verileri bağımsız değișkenler T testi, Mann-Whitney U testi, ve ki kare testi kullanılarak karșılaștırıldı. BULGULAR: Çalıșmaya katılanların yaș ortalaması 59,97±8,41 yıldı (min 28-max 84) ve %81’i erkekti. Tamamlayıcı ve alternatif tıp %56,5 hasta tarafından kullanılıyordu. Bilișsel-Davranıșsal Terapiler ve Manipulatif Yaklașımlardan en fazla dua etme (%95), namaz kılma (%89), gülme(%82), komșuya gitme (%78), dans etme (%54) tercih ediliyordu. Bitkisel yaklașımlardan; ıhlamur çayı (%81), yeșilçay (%74), kekik (%70), adaçayı (%67), üzüm çekirdeği kabuğu (%67); besinsel yaklașımlardan meyve-sebze-balık-tavuk-yoğurt (%100), havuç (%98), sarımsak (%97), nar (%93), hamur ve sütlü tatlı (%91), kırmızı et (%92) tercih ediliyordu. Kullanma nedenleri, psikolojik olarak rahatlamak (%81) ve tedavinin etkisini arttırdığını düșünmek (%65) olduğu görüldü. Tamamlayıcı ve alternatif tedavi kullanma sebepleri içerisinde en sık sebep psikolojik rahatlama (%81) ve tedavi etkinliğini artırmaktı (%65). SONUÇ: Türkiye’de akciğer kanseri olan bireyler arasında tamamlayıcı ve alternatif tıp kullanımı oldukça yaygındır ve uygulama ile yașam kalitesi artıyor gibi gözükmektedir. AIM: In this study we aimed to provide data about the rate of complementary and alternative medicine use among lung cancer patients and the effect of the intervention on the quality of life. METHODS: The study population consisted of patients visited the oncology outpatient clinic of Yedikule Chest Diseases Training and Research Hospital to receive ambulatory chemotherapy between December 2011 and March 2012 (N=200). Data was collected using the Personal Information Form, the Complementary and Alternative Medicine Approaches Scale and the Nightingale Symptom Assessment Scale. The data obtained from the patients using complementary and alternative medicine was compared with others using Independent Sample T Test, Mann-Whitney U and the Chi-square Test. RESULTS: The mean age of participants was 59.97±8.41 (min 28-max 84) and 81% of them were male. Complementary and alternative medicine was used by 56.5% of the patients. The most preferred Cognitive-Behavioural Therapy and Manipulative Approaches were praying (89%), performing salat (95%), laughing (82%), visiting a neighbour (78%) and dancing (54%). The most preferred herbal approaches were linden tea (81%), green tea(74%), thyme(70%), sage (67%), and grape seed crust(67%). Most used nutritional approaches were fruits-vegetables-fi sh-chicken-yogurt (100%), carrots (98%), garlic (97%), pomegranat(93%), meat (92%), pastry and milky desserts (91%). The rationale for using complementary and alternative medicine were feeling psychologically relaxed (81%) and believing that they would increase the effect of treatment (65%). CONCLUSION: Complementary and alternative medicine use is very common among lung cancer patients in Turkey and it seems that the practice increases the quality of life of the patients. |
2. | Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi 2015; 5(2): 41-80. Sayfa 41-80 Nergiz Hüseyinoğlu Kafkas Journal of Medical Sciences 2015; 5(2): 41-80. Nergiz HüseyinoğluSayfalar 41 - 80 Makale Özeti | Tam Metin PDF |
3. | Desflurane Anestezisinde Rokuronyum Sonrası Sugammadeks ve Neostigmin ile Dekürarizasyonun Karșılaștırılması Comparison of Decurarization Using Sugammadex and Neostigmine After Rocuronium During Desflurane Anesthesia Neriman Güleç, Cafer Mutlu Sarıkaş, Ayşe Nur Yeksan, Sibel Obadoi: 10.5505/kjms.2015.53315 Sayfalar 48 - 53 AMAÇ: Desfluran anestezisi altında roküronyum ile sağlanan nöromuskülerblokajın düzeltilmesinde nöromusküler blokajın düzeltilmesinde sugammadeks ve neostigmini karșılaștırmayı amaçladık. YÖNTEM: Bu randomize prospektif çalıșmada, ASA skoru I-III olan 80 hasta yer aldı. Çalıșma alt karın ve ürolojik cerrahi geçiren hastaları içerdi. Uyanma ve ekstubasyon farklılıklarını ortaya koymak içinkatılımcılar, rokuronyum verilerek sağlanan nöromusküler blokajı kaldırmak için,sugammadeks ve neostigmin verilen S ve N gruplarına ayrıldılar. Her iki grupta da ekstübasyon önceden belirlenmiș klinik kriterler yerine geldiğinde ve TOF 0,90’ı aștığında gerçekleștirildi. Dekürarizasyon sırasında ve sonrasında 10 dakika boyunca dakikalık TOF değerleri kaydedildi. Dekürarizasyon ile ekstübasyon arasında geçen zaman ekstübasyon süresi olarak kaydedildi. BULGULAR: Demografik data açısından anlamlı fark izlenmedi. Grup S’deki ekstübasyon süresi anlamlı olarak kısaydı. Grup S’nin 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9. dakika değerleri anlamlı olarak Grup N’den yüksekti. SONUÇ: Desfluran anestezisi altında roküronyum ile sağlanan nöromusküler blokaj sonrası neostigmine kıyasla, sugammadeks ile daha hızlı dekürarizasyon ve ekstübasyon zamanı sağlanır. AIM: We aimed to compare the two drugs, sugammadex and neostigmine,with regard to reversing neuromuscular blockage provided by rocuronium under desfl urane anaesthesia. METHODS: In this prospective randomized trial, 80 patients with ASA I-III scores were included. The study included the patients having lower abdominal and urological surgery under general anesthesia. In order to evaluate awakening and extubation differences, the participants were assigned into two study groups S and N. Group S and N included the participants who were given sugammadex and neostigmine, respectively to reverse the neuromuscular blockage created by rocuronium. In both groups extubation was performed when previously clarifi ed clinical criteria were full and after TOF value reached 0.90. Other than TOF value at decurarization moment, minutely TOF values were also recorded for ten minutes after decurarization. The time period between decurarization and extubation was recorded as the extubation time. RESULTS: There was no statistical difference between the demographic data. The extubation time in Group S was significantly shorter. The TOF values of Group S at the 2nd, 3rd, 4th, 5th, 6th, 7th, 8th and 9th minutes were signifi cantly higher than that of Group N. CONCLUSION: In comparison with neostigmine, sugammadex results in faster decurarization and a shorter clinical extubation time following neuromuscular blockage induced by rocuronium administration under desflurane anaesthesia. |
4. | Kardiyovasküler hastalık risk faktörleri ve karotis arter intima media kalınlığı arasındaki ilişki Relation between cardiovascular disease risk factors and common carotid artery intima media thickness Kadihan Yalçın Şafak, Mehmet Akçiçekdoi: 10.5505/kjms.2015.62207 Sayfalar 54 - 59 AMAÇ: Yaș, cinsiyet, arteriyel hipertansiyon öyküsü, diabetes mellitus, hiperlipidemi, koroner arter ve serebrovasküler hastalık öyküsü ve sigara kullanımının karotis intima media kalınlığı üzerine etkisini belirlemektir. YÖNTEM: Herhangi bir nedenden dolayı kliniğimizde, dört aylık periyotta ekstrakranial karotis arterlere yönelik Renkli Doppler Ultrasonografi incelemesi yapılan olgular (N=222) prospektif olarak değerlendirildi. Her olgunun karotis intima media kalınlığı, her iki ana karotis arterin yaklașık 1-1,5 cm’lik distal bölümünden, yalnızca posterior duvardan, üçer kez ölçüldü. Sağ ve sol ana karotis arterden ölçülen değerlerin ortalaması alınıp kaydedildi. Aterosklerotik plak varlığı kaydedildi. Çap ölçümüne göre ≥ % 15 darlığı olan olgular seçildi. Yaș, cinsiyet, hipertansiyon, diyabet, hiperlipidemi, kardiyovasküler hastalık öyküsü ve sigara kullanımının ana karotis arterin intima media kalınlığı üzerine etkisi ve plak varlığı ile karotis karotis intima media kalınlığı arasındaki ilișki araștırıldı. BULGULAR: Yaș, cinsiyet, sigara, koroner arter ve serebrovasküler hastalık öyküsü, hiperlipidemi, hipertansiyon ve diabetes mellitus, univariate analizde ana karotis arterin intima media kalınlığı üzerine tek bașlarına etkili risk faktörleri oldukları saptandı. Yapılan regresyon analizi sonucunda diabetes mellitus dıșındaki tüm parametrelerin ana karotis arterin intima media kalınlığı üzerine anlamlı etkisi olduğu görüldü. En önemli etkinin hipertansiyondan kaynaklandığı bunu, hiperlipidemi, koroner arter ve serebrovasküler hastalık öyküsü değișkenlerinin takip ettiği saptandı. Plak ve darlık saptanan olguların ana karotis arterin intima media kalınlığı ölçümlerinin, saptanmayanlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu görüldü. SONUÇ: Ana karotis arterin intima media kalınlığı; yaș ve cinsiyet gibi değiștirilemeyen risk faktörlerinin yanı sıra, sigara kullanımı, hipertansiyon, hiperlipidemi, koroner arter ve serebrovasküler hastalık gibi değiștirilebilen risk faktörlerinden etkilenir. AIM: To determine the effects of age, sex, smoking, hypertension, diabetes mellitus, hyperlipidemia, history of coronary artery disease and cerebrovascular disease on carotid intima media thickness. METHODS: Patients (N=222) undergoing Color Doppler Ultrasoundexamination of the extra cranial carotid arteries for any reason in a four-month-period were prospectively investigated. Posterior wall intima media thickness on 1-1.5 cm distal part of both common carotid arteries was measured three times for each patient. The mean values of measurements of right and left common carotid arteries, the presence of atherosclerotic plaque and vessel stenosis ≥ 15% were recorded. The effects of age, sex, smoking, hypertension, diabetes mellitus, hyperlipidemia, coronary artery disease, and cerebrovascular disease on common carotid arteries intima media thickness and the relationship between common carotid arteries intima media thickness and plaque existence were investigated. RESULTS: Age, sex, smoking, hypertension, diabetes mellitus, hyperlipidemia, coronary artery disease and cerebrovascular disease individually increased the common carotid arteries intima media thickness according to univariate analysis. All of the parameters but diabetes mellitus were defi ned as risk factors by using regression analysis. Hypertension followed by hyperlipidemia, coronary artery disease and cerebrovascular disease had more power. CONCLUSION: Intima media thickness of common carotid arteries is affected by un-modifi able factors such as age and sex and by modifi able factors such as smoking, hypertension, hyperlipidemia, coronary artery disease and cerebrovascular disease. |
5. | Basit ve kompleks böbrek taşları için yapılan perkütan nefrolitotomi işlemlerinin karşılaştırılması Comparison of percutaneous nephrolithotomy procedures performed for simple and complex renal stones Kerem Taken, Sait Yamiş, Kürşat Çeçen, Recep Eryılmaz, Mustafa Güneşdoi: 10.5505/kjms.2015.20982 Sayfalar 60 - 64 ÖZET AMAÇ: Basit ve kompleks böbrek tașları için yapılan perkutan nefrolitotomi ișlemlerinin bulgularını karșılaștırmak. YÖNTEM: Bu retrospektif çalıșmada, Ocak 2011 ve Mart 2014 arasında perkutan nefrolitotomi ile ameliyat edilen 268 böbrek tașı incelendi. Ameliyatlar, iki cm den büyük üst ve orta pol böbrek tașlarına ve 1,5 cm den büyük alt kaliks taşlarına ișlem yapıldı. Hastalar başarı oranı, komplikasyonlar, perkütan giriș sayısı, ameliyat süresi, hastanede kalıș süresi açısından değerlendirildi. Basit ve kompleks böbrek tașları için yapılan ameliyatların bulguları karșılaștırıldı. BULGULAR: Perkutan nefrolitotomi 186 (%73,5) erkek, 67 (%26,5) kadın hastada, 268 renal üniteye yapıldı. Yaș ortalaması 43,1±12,15 (13-78) yıldı. Çalıșmadaki tașların %63’ü (n: 169) basit, %37’si (n: 99) ise kompleksti. Ortalama taș yükü 340 mm² (30-760) olarak hesaplandı. Cerrahi girișim için ortalama hazırlık süresi 27,2 (20-50) dakika, ortalama operasyon süresi 90,4 (40-170) dakikaydı. Otuz beș olguda kan transfüzyonu yapılırken, iki hastayaise intra-operatif kanamadan dolayı açık cerrahi yapıldı. Bir hastada kolon yaralanması yașandı. On üç hastaya ise double-J kateter konuldu. Taștan tamamen temizlenme oranı, basit izole tașlarda %78, kompleks tașlarda %40 idi (p< 0.01). Tüm olgular incelendiğinde, % 87’sinin (n: 232) bașarıyla sonuçlandığı gözlendi. SONUÇ: Kompleks tașı olan hastalarda ek tedavi ihtiyacı ve tedavi bașarısızlığı oranı belirgin olarak daha yüksektir. Ancak, yüksek bașarı oranı, kısa hastanede kalıș süresi ve kabul edilebilir komplikasyon oranlarıyla, perkutan nefrolitotomi etkin ve güvenli bir yöntemdir. AIM: To compare the percutaneous nephrolithotomy procedures performed for simple and complex kidney stones. METHODS: In this retrospective study, 268 renal stones operated using percutaneous nephrolithotomy, between January 2011 and March 2014, were evaluated. Operations were performed for upper/middle calyx stones and lower calyx stones larger than 2 cm and 1.5 cm, respectively. Success rate, complications, number of percutaneous entry, operation time, and hospital stay were evaluated. The results of the operations of the simple and complex stones were compared. RESULTS: Percutaneous nephrolithotomy was performed in 268 renal units in 186 (73.5%) male and 67 (26.5%) female, with a mean age of 43.1 ± 12.15 (13-78) years. There were 169 (63%) simple and 99 (37%) complex stones. Mean stone burden was 340 mm² (30-760). Mean preparation time for surgery was 27.2 (20-50) min. and mean operation time was 90.4 (40-170) min. Blood transfusion was required in 35 cases. Open surgery was needed in two patients due to perioperative bleeding. Colon injury occurred in one patient. Double-J catheter was inserted in 13 patients. Stone clearance rate in simple and complex stones was 78% and 40%, respectively (p<0.01). The rate of success was 87% (n=232) in all patients. CONCLUSION: The rate of patients requiring additional treatment and the rate of failure are signifi cantly higher in complex stones than in simple stones. However, percutaneous nephrolithotomy is an effective and safe method providing high success rates, shorter hospital stay, and acceptable complication rates. |
6. | Trombosit sayısı ve ortalama trombosit hacminin acil ileusu olan hastalarda kolorektal kanseri öngörmesi Platelet count and mean platelet volume in the prediction of colorectal cancer in patients presented with emergency ileus Turgut Anuk, Gülşen Çığşar, Ali Cihat Yıldırım, Gülay Özgehan, Emre Gökce, Hakan Güzel, Burak İrem, Ahmet Kama, Saygı Gülkan, Göktürk Gürsoydoi: 10.5505/kjms.2015.97659 Sayfalar 65 - 69 AMAÇ: Trombosit sayısı ve ortalama trombosit hacminin acil ileus endikasyonu ile ameliyat edilen hastalarda kolorektal kanseri öngörmede rolü olup olmadığını araștırmayı amaçladık. YÖNTEM: Bu retrospektif çalıșmada, ileus tanısıyla acil laparotomi yapılan hastalar iki gruba ayrıldı: Grup 1 (G1) intraoperatif bulgulara göre kolorektal kanser tanısı alanlar ve Grup 2 (G2) kanseri olmayan hastalar. Trombosit sayısı ve ortalama trombosit hacmi iki grup arasında karșılaștırıldı. BULGULAR: Gruplar arası kadın/erkek dağılımı homojendi (p: 0,724), ancak kolorektal kanser saptanan hastalardaki yaș ortalaması daha yüksek idi (p: 0,008). Kolorektal kanser saptanan hastalardaki ortalama trombosit hacmi ve trombosit sayısı anlamlı düzeyde yüksekti (sırasıyla, p: 0,040 ve p: 0,004). Kolorektal kanseri öngörmede; ortalama trombosit hacmi %63,3 sensitivite, %56,5 spesifite ve trombosit sayısı %63,3 sensitivitesi ve %62,9 spesifiteye sahipti. SONUÇ: Akut abdomeni olan ve ileus tanısı konulan olgularda, daha yüksek trombosit sayısı ve ortalama trombosit hacmi kolorektal kanseri öngörebilir. AIM: We aimed to investigate whether there is a role of platelet number and mean platelet volume in the prediction of colorectal cancer in emergency ileus patients. METHODS: In this retrospective study, ileus cases undergone urgent laparotomy were split into two groups as: Group 1 (G1) included colorectal cancer patients diagnosed with intra operative fi ndings and Group 2 (G2) included patients without cancer. Platelet count and mean platelet volume values were compared between two groups. RESULTS: Distribution of female/male patients between groups were homogeneus (p: 0.724), however mean age of colorectal cancer cases were higher (p: 0.008). Mean platelet volume values and platelet count were higher in cases with colorectal cancer (p: 0.040 and p: 0.004, respectively). Mean platelet volume had 63.3 % sensitivity and 56.5 % specifi ty, and platelet count had 63.3 % sensitivity and 62.9 % specifi ty in prediction of colorectal cancer amongst emergency ileus cases. CONCLUSION: Higher platelet count and mean platelet volume values may predict colorectal cancer in cases with acute abdomen diagnosed with ileus. |
DERLEME | |
7. | Minimal İnvaziv Tekniklerle Tedavi Sonrası Klinik Önemsiz Rezidü Böbrek Tașı Parçalarının Akıbeti Prognosis of clinically insignificant residual stone fragments following therapy with minimally invasive techniques Murat Bağcıoğlu, Serkan Özcan, Mert Ali Karadağ, Tolga Karakan, Hasan Turğut, Aslan Demir, Ömer Faruk Yağlıdoi: 10.5505/kjms.2015.80388 Sayfalar 70 - 74 Minimal invaziv cerrahi teknikler ile tedavi sonrasında kalan rezidüböbrek tașı parçaları, belirtilere neden olarak hastaların hayat kalitesi üzerine olumsuz etki yapabilirler. Klinik önemsiz rezidü terimi, tedavi sonrasında böbrekte kalan, 4 mm (bazen 5 mm) ve daha küçük olan, asemptomatik, obstrüksiyona neden olmayan ve idrarın steril olduğu durumdaki taș parçaları için kullanılır. Bununla birlikte, klinik önemsiz rezidü için önemli bir nokta da nidus șeklinde yeni taș olușumuna neden olabilmesidir. Biriken veriler kısa dönemde tedavi etmekle, takip arasında fark olmadığını söylese de, uzun dönemde %20 olguda yeni taș hastalığı gelișir. Bunun için klinik önemsiz rezidü tașı olan hastalarda yakın takip zorunludur. Yașam tarzı değișikliği ve medikal tedavi sağaltım ve yeni taș olușumunun önlenmesinde yardımcı olabilir. Following the treatment with minimally invasive surgical techniques, residual renal stone fragments may make a negative impact on the life quality of patients by causing symptoms. The term of clinically insignifi cant residual stone fragments is used to describe the asymptomatic and non-obstructive posttreatment residual fragments remained in the kidney, which are smaller than 4 mm (or 5 mm), and associated with sterile urine. However, the stone fragments may cause the formation of a new stone acting as a nidus. The accumulated evidence suggests that there is no significant difference between treatment and follow up in short term, however the stone disease recurs in 20% of the cases in long term. Thus, close follow-up of the patients with clinically insignifi cant residual fragments is mandatory. Lifestyle changes and medical therapy may be helpful in the management ano prevention of new stone formation. |
OLGU SUNUMU VEYA SERISI | |
8. | Dev submandibuler gland kanal taşı: Bir olgu sunumu Giant submandibular gland duct sialolith: A case report Kamran Sarı, Caner Şahindoi: 10.5505/kjms.2015.44711 Sayfalar 75 - 77 Siyalolitiazis, tükrük bezlerinin en sık karșılașılan hastalıklarından biridir. Siyalolitiazis, tükürük bezinin veya kanalının kalkareoz plak olușumuna bağlı tıkanmasıyla karakterizedir. Dev sialolit tanımı 15 milimetreden büyük veya 1 gramdan ağır tașlar için kullanılmaktadır. Literatürde nadiren bildirilmiștir. Bu yazıda, boyutu 25 ile 30 milimetre arasında olan bir dev sialolit olgusu sunduk. Bizim olgumuzda sialolit submandibuler gland orifisinin girișine yerleșmiști. Sialoliti intraoral yaklașımla eksize ettik. Tedavide normal tükürük akıșı sağlanmalıdır. Cerrahi olarak minimal invaziv yaklașım önerilmektedir. Sialolithiasis is one of the most common diseases of the salivary glands and is characterized by the obstruction of salivary gland or its duct due to the formation of calcareous plaque. The term of giant sialolith is used for the stones over 15 millimeters or 1 gram. It is rarely reported in the literature. We reported a case of a sialolith measured between 25 to 30 mm and located in the submandibuler gland orifi ce. We excised the sialolith via intraoral approach. Normal saliva fl ow must be performed during treatment. Minimal invasive surgery is recommended. |
9. | 5-Flourouracil Tedavisine Bağlı Koroner Vazospazm: Bir Olgu Sunumu A Case Of Coronary Vasospasm Due To 5-Fluorouracil Treatment: A Case Report Fatih Tekiner, Ahmet Karakurt, Abdulmelik Yıldız, Cennet Yıldızdoi: 10.5505/kjms.2015.57070 Sayfalar 78 - 80 5-Fluorouracil gastrointestinal sistem adenokarsinomlarının tedavisinde anahtar kemoterapotik ajandır. Bu ajanın, koroner vazospazm, tromboz, miyokard infarktüsü, kardiyomyopati ve ani ölüm gibi ciddi kardiyak yan etkileri bildirilmiștir. Kardiyotoksik etki görülme sıklığı doz ve veriliș yoluna göre değișmektedir. Burada 5-fluorouracil kardiyotoksisitesinin neden olduğu anterolateral miyokard infarktüsünü taklit eden bir koroner vazospazm olgusu sunulmuștur. 5-Fluorouracil uygulamasının akut miyokard infaktüsünü taklit eden koroner vazospazma neden olabileceği ve bu durumun nitrat ve kalsiyum kanal blokerleri ile bașarıyla tedavi edilebileceği akılda tutulmalıdır. 5-Fluorouracil is the key chemotherapeutic agent used in the treatment of adenocarcinomas of the gastrointestinal system. However, serious cardiac side effects related to 5-fluorouracil treatment including coronary vasospasm, thrombosis, myocardial infarction, cardiomyopathy and sudden death have been reported previously. The incidence of cardiotoxic effects depends on the dose and route of application. In this case report, a coronary vasospasm mimicking anterolateral myocardial infarction due to 5-fl uorouracil-induced cardiotoxicity was presented. It must be kept in mind that 5-fl uorouracil may cause coronary vasospasm mimicking acute myocardial infarction and the situation can be treated successfully with nitrates and calcium channel blockers. |
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı
Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi Editörlüğü
Kars, Türkiye
Telefon: +90 474 225 11 92 - 93 Faks: +90 474 225 11 96
e-mail: edit.tipdergi@gmail.com