Kafkas J Med Sci: 3 (2)
Cilt: 3  Sayı: 2 - 2013
Özetleri Gizle | << Geri
TAM DERGI
1.
Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi 2013; 3 (2): 55-108.
Kafkas Journal of Medical Sciences 2013; 3 (2): 55-108.
Kahraman Ülker
Sayfalar -55 - 108

ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Hemşirelik öğrencilerinde sigara kullanımı, nikotin bağımlılık düzeyi ve ilişkili etmenler
Cigarette smoking, nicotine dependency level and associated factors among nursing students
Cantürk Çapık, Dilek Cingil
doi: 10.5505/kjms.2013.91885  Sayfalar 55 - 61
AMAÇ:
Bu çalıșmanın amacı, hemșirelik öğrencilerinde sigara kullanım oranlarını belirlemek, nikotin bağımlılık düzeylerini saptamak ve etkileyen faktörleri belirlemektir.
YÖNTEM:
Tanımlayıcı tipte olan çalıșmanın verileri Atatürk Üniversitesi Hemșirelik Yüksekokulu öğrencilerinden toplandı. Bütün öğrencilerin çalıșmaya alınması planladı fakat 357 öğrencinin 311’i gönüllü olarak katılmayı kabul etti. Verilerin toplanması için Demografik Bilgi Formu ve Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi kullanıldı.
BULGULAR:
Çalıșmaya katılan öğrencilerin %12,9’unun sigara kullandığı belirlendi. En fazla oranda ikinci sınıf öğrencileri sigara kullanmaktaydı. Sigara içenlerin %62,5’i hafif düzeyde sigara bağımlısıydı. Sigara içen öğrencilerin %46,5’i sigaraya arkadaş etkileșimi ile bașladıklarını, %34,8’i okul ve ders stresi nedeniyle kullanmaya devam ettiklerini belirttiler. Yaș, gelir durumu ve kalınan yer sigara kullanma durumunu etkilememekteydi. Anne eğitimi ilköğretim ve altı olanlar daha az, baba eğitimi ilk öğretim ve altı olanlar daha fazla sigara kullanmaktaydılar. Sigara içen öğrenciler arasında; sınıf, gelir durumu, sağlık sorunu yașama ve sigaranın zarar verdiğini düșünme nikotin bağımlılık düzeyini etkilememekteydi. Yaș ortalaması büyük olanlar daha șiddetli nikotin bağımlısıydılar.
SONUÇ:
Sigara kullanmaya çoğunlukla üniversite yıllarından önce bașlanmaktadır. Ebeveyn eğitim durumu sigara kullanma için etkili bir faktördür ve yaș ilerledikçe bağımlılık artmaktadır.
AIM:
We aimed to determine the rate of cigarette smoking, level of nicotine addiction and the associated factors among nursing students.
METHODS:
This descriptive study was conducted on students of the Ataturk University Nursing High School. All students were planned to be included, however, 311 of 357 nursing students participated willingly. Demographic Information Form and Fagerstrom Nicotine Dependence Test were used to collect the data.
RESULTS:
Smokers constituted 12.9% of all the participants. Sophomores had the highest proportion of smokers with a ratio of 15.4%. Nicotine addiction level scores were classifi ed as low in 62.5% of the smokers. Friendship with a smoker was selected as a reason for starting smoking in 46.5% of the smoker participants and 34.8% of them reported that they continue smoking to overcome the stress originating from school and classes. Age, income and residence didn’t infl uence smoking status. The rate of smoking was lower among students with a maternal parent who received less education, however higher among the students with a paternal parent who received higher education. The nicotine dependency level was not affected by the class, income, suffer from a health problem and the thought that smoking was harmful. The nicotine dependency level increased with the age of the participants.
CONCLUSION:
Cigarette smoking usually starts before pre-university period. Parental education level effects smoking and nicotine addiction status and the nicotine dependency increases by age in smokers.

3.
Hemodializ tedavisi alan son dönem kronik böbrek yetmezliği hastalarında huzursuz bacaklar sendromu
Restless legs syndrome in end stage chronic renal failure patients receiving hemodialysis treatment
Mithat Bedir, Ayşe Jini Güneş, Havva Cilan, Özlem Doğan, Emel Oğuz Akarsu, Serkan Özben
doi: 10.5505/kjms.2013.05025  Sayfalar 62 - 67
AMAÇ:
Bu çalıșmada Mardin il merkezindeki diyaliz ünitelerinde hemodiyaliz tedavisi alan kronik böbrek yetmezliği hastalarında huzursuz bacak sendromu sıklığının ve huzursuz bacak sendromu saptanan hastaların demografik özellikleri arasındaki olası ilişkilerin araștırılması amaçlanmıștır.
YÖNTEM:
Çalıșmaya Mardin ilindeki mevcut iki diyaliz merkezine bașvuran, en az üç aydır hemodiyaliz programında olan, 18 yaș üstü, Kt/V >1,4 olan tüm kronik böbrek yetmezliği hastaları alındı. Huzursuz bacaklar sendromu tanısı için Uluslararası Huzursuz Bacaklar Sendromu Çalıșma Grubu (The International Restless Legs Syndrome Study Group) tarafından hazırlanmıș tanı formu kullanıldı. Hastalar huzursuz bacaklar sendromu varlığı ve yokluğuna göre iki gruba ayrıldı. İki grubun demografik ve laboratuar özellikleri karșılaștırıldı.
BULGULAR:
Çalıșmaya hemodiyaliz tedavisi alan 90 olgu alındı ve olguların sekizinde (%8,9) huzursuz bacaklar sendromu saptandı. Hemodiyaliz tedavi süreleri huzursuz bacaklar sendromu saptanan grupta daha yüksek olmakla beraber, farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,06). Katılımcılarda huzursuz bacaklar sendromunun varlığı ya da yokluğuna göre biyokimyasal parametreler ve demografik özellikler açısından istatistiksel anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0,05). Tüm hastaların %44,4’ünde diyabetes mellitus ve %43,3’ünde eșlik eden hipertansiyon vardı.
SONUÇ:
Hemodiyaliz tedavisi alan KBY hastalarında %8,9 oranında HBS görüldü. HBS saptanan ve saptanmayanlar arasında demografik özellikler benzerdir.
AIM:
In this study, we aimed to investigate the frequency of restless legs syndrome and the probable relation between demographic characteristics of the patients diagnosed in patients on hemodialysis treatment program for chronic renal failure in Mardin, Turkey.
METHODS:
In this study, chronic renal failure patients over 18 years of age, with a Kt/V >1.4 value admitted to the two dialysis centers in Mardin and under hemodialysis program for at least three months were included. For the diagnosis of restless legs syndrome, the diagnosis form of The International Restless Legs Syndrome Study Group was used. The patients were divided into two groups depending on the presence or absence of restless legs syndrome. Demographical and laboratory characteristics of the two groups were compared.
RESULTS:
The study included all of the 90 patients receiving hemodialysis treatment and restless legs syndrome was diagnosed in eight (8.9%) of these cases. Although the mean duration of hemodialysis treatment was longer in patients with restless legs syndrome, the difference was not signifi cant (p=0.06). The demographic and biochemical characteristics showed no difference between the two groups (p >0.05). Diabetes Mellitus and hypertension were detected in 44 and 43% of all participants, respectively.
CONCLUSION:
Restless legs syndrome was detected in 8.9% of chronic renal failure patients receiving hemodialysis treatment. The demographic characteristics of patients in the presence or absence of restless legs syndrome are similar.

4.
Dobutamin stres ekokardiyografi testi sırasında görülen semptom, yan etki ve komplikasyonlar
Symptoms, side effects and complications during the dobutamine stress echocardiography test
Ahmet Karakurt, Yüksel Kaya, Tolga Sinan Güvenç, Mehmet Akbulut
doi: 10.5505/kjms.2013.51422  Sayfalar 68 - 73
AMAÇ:
İskemik koroner arter hastalığı tanı ve prognozunun belirlenmesinde, stres testler arasında, en sık egzersiz stres testi kullanılmaktadır. Fakat bu testin kullanılamadığı durumlarda, farmakolojik stres testleri alternatif olarak görülmektedir. En sık kullanılan testlerden biri de, dobutamin stres ekokardiyografi testidir. Çalıșmamızda, dobutamin stres ekokardiyografi testinde görülen semptom, yan etkiler ve komplikasyonları değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM:
Çalıșmaya, egzersiz stres testi inferior derivasyonlarında (DII, DIII, aVF) ST-segment ≥1 mm down-sloping veya horizontal çökmeleri olan, erkek hastalar alındı. Hastalara yașa bağımlı maksimal hedef kalp atım hızının %85’ine ulașana kadar veya ciddi yan etki görülene kadar dobutamin stres ekokardiyografi testi uygulandı. Görülen semptomlar, yan etkiler ve komplikasyonlar kaydedildi.
BULGULAR:
Çalıșmaya alınan 70 hastanın yaș ortalaması 52±9 yıldı ve 35-73 yıl arasında değișiyordu. Dobutamin stres testi uygulaması sırasında, ventriküler fibrilasyon, miyokard enfaktüsü ve ölüm gibi ciddi bir komplikasyon görülmedi. İki (%2.85) olguda non-sustined ventriküler tașikardi ve bir (%1.42) hastada sustained ventriküler tașikardi gözlendi. En fazla izlenen belirtiler sırasıyla angına (%17.14), palpitasyon (%11.42), flushing (%7.14), baș ağrısı (%5.71) ve baș dönmesiydi (%2.85). Beș (%7,14)hastada semptomatik hipertansiyon ve bir (%1.42) hastada semptomatik hipotansiyon izlendi.
SONUÇ:
Dobutamin stres ekokardiyografi testinin ciddi komplikasyon oranı düșüktür. Uygulama sırasında olușan belirti ve yan etkiler testin sonlandırılması veya uygun medikal tedavi ile düzelir.
AIM:
Exercise stress test is the most widely used test to diagnose and predict the outcome of the ischemic coronary artery disease. In case where the exercise stress tests are not suitable, pharmacological stress tests may be used. Dobutamine stress echocardiography test is one of the most commonly used tests in these circumstances. In this study, we aimed to investigate the symptoms, adverse events and complications observed during the dobutamine stress echocardiography test.
METHODS:
Male patients with a down-sloping or horizontal ST segment depression (≥1 mm) recorded in the inferior leads (DII, DIII and aVF) of the electrocardiogram were included. Dobutamine stress echocardiography test was performed until reaching the 85% of the targeted heart rate or occurrence of an adverse event. Symptoms, adverse events and complications during dobutamine stress echocardiography test were recorded.
RESULTS:
The mean age and the range of the age distributions of the 70 male participants were 52±9 and 35-73 years, respectively. Serious adverse events including death, ventricular fibrillation and myocardial infarction were not observed during the tests. Nonsustained and sustained ventricular tachycardia were observed in two (2.85%) and one (1.42%) of the cases, respectively. The most frequently observed symptoms were angina pectoris (17.14%), palpitation (11.42%), fl ushing (7.14%), headache (5.71%) and dizziness (2.85%). We observed symptomatic hypertension and hypotension in 5 (7.14%) and one case (1.42%), respectively.
CONCLUSION:
The rates of serious complications of dobutamine stress echocardiography test are low. The symptoms and adverse events observed during the test may be resolved with cessation of the test or appropriate medical treatment.

5.
Helicobacter Pylori Enfeksiyonunun Demografik, Sosyoekonomik ve Çevresel Faktörler ile İlişkisi: Ankara Hastanesi Deneyimi
The Relationship of Helicobacter Pylori Infection with Demographic, Socioeconomic and Environmental Factors: Ankara Hospital Experience
Meliha Korkmaz, Murat Sadıç, Gökhan Koca, Koray Demirel, Hasan İkbal Atılgan, Sinem Özyurt, Rahime Orak, Aylin Baskın
doi: 10.5505/kjms.2013.63626  Sayfalar 74 - 79
AMAÇ:
Çalıșmamızda, C14 üre nefes testi için bașvuran hastalardaki Helicobacter Pylori (HP) prevalansı ile epidemiyolojik, sosyoekonomik ve demografik değișkenler arasındaki ilișkiyi incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM:
C-14 üre nefes testi için bașvuran 2189 hasta değerlendirildi. Test sonucu șüpheli değerde (cpm 25-50 arası) olan veya daha önce HP eradikasyon tedavisi alan 589 hasta çalıșma dıșında tutuldu ve 1600 hasta çalıșmaya alındı. Hastalar yaș, cinsiyet, medeni durum, vücut kitle indeksi, kan grubu, sigara alıșkanlığı, sık görülen kronik sistemik hastalık varlığı, ısınmak için kullanılan yakıt türü ve bu özelliklerin HP pozitifliği ile ilișkisi açısından incelendiler.
BULGULAR:
Çalıșmada yaș ortalaması 37,66±20,35 olan, 1130 (%70,6) kadın, 470 (%29,4) erkek yer aldı. HP prevalansı % 49,5 olarak bulundu. Yaş gruplarının değerlendirmesinde pediatrik yaș grubu ile diğer yaș grupları arasında HP testi pozitifliği açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıș olup (p<0,05) yașın artması ile pozitif üre nefes testi saptanması arasında pozitif yönde korelasyon bulundu. Cinsiyet, medeni durum, ABO kan grupları, sigara alıșkanlığı, vücut kitle indeksi, evde evcil hayvan varlığı ve ailede bașka kimsede mide rahatsızlığı olup olmaması ile HP test pozitifl iği arasında istatistiksel olarak anlamlı ilișki saptanmadı (p>0,05). Öğrenim durumu ile test pozitifl iği arasında ise istatistiksel olarak anlamlı ilișki vardı (p<0,05). Isınmak için kömür kullananlarda (% 55,5) doğal gaz kullananlara (% 46,8) göre daha fazla enfeksiyon saptandı (p<0,05).
SONUÇ:
Helicobacter Pylori enfeksiyonu yașla ve bașka bir gastrointestinal hastalık varlığıyla artar. Ayrıca ısınmak için yakıt olarak kömür kullanımı doğal gaz kullanımına göre enfeksiyon riskini arttırır.
AIM:
We aimed to evaluate the relationship between the prevalence of Helicobacter pylori (HP) and epidemiologic, socio-economic, demographic variables of the patients admitted for C14 urea breath test.
METHODS:
Patients (n=2189) admitted for C14 urea breath test were evaluated. Patients (n=589) with equivocal test results (cpm: 25-50) or history of previous HP therapy for HP eradication were excluded, thus 1600 patients were included. The characteristics including age, gender, marital status, body mass index, blood group, smoking, presence of chronic systemic diseases, the type of fuel used for heating
and their relation with HP positiveness were analyzed.
RESULTS:
The study included 1130 (70.6%) female and 470 (29.4 %) male patients with a mean age of 37.66±20.35 years. HP prevalence was 49.5 % in whole study opulation. In the evaluation of age groups, statistical signifi cance was found between the pediatric and other age groups (p<0.05) and positive correlation was found between the positive urea breath test and age. The positiveness of HP test did not correlate with the gender, marital status, ABO blood groups, smoking, body mass index, presence of a pet at home and gastric diseases in the participant’s family (p>0.05). The education level was also correlated with the positiveness of the test results. Participants using coal and gas, as the primary fuel for their heating system, had HP tests positiveness of 55.5 and 46.8%, respectively.
CONCLUSİON:
Helicobacter Pylori infection rate increases with age and the presence of an additional gastrointestinal disease. In addition, its prevalence is higher if coal is used as the primary fuel for heating instead of gas.

6.
Tiroit nodüllerinin ultrasonografik, sitolojik ve histopatolojik bulgularının incelenmesi
Evaluation of ultrasonographic, cytological and histopathological findings of thyroid nodules
Halime Önver, Ali Osman Özbey, Mahmut Duymuş, Ömer Yılmaz, Pınar Nercis Koşar
doi: 10.5505/kjms.2013.28290  Sayfalar 80 - 87
AMAÇ:
İnce iğne aspirasyon biyopsisi yapılan tiroit nodüllerinin ultrasonografi, sitoloji ve histopatoloji bulgularını karșılaștırmak ve ince iğne aspirasyon biyopsisinin etkinliğini belirlemek.
YÖNTEM:
Radyoloji Kliniği’nde, 01 Ocak ve 30 Haziran 2010 tarihleri arasında tiroit nodülü saptanan ve ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılan 1420 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Ultrasonografi, sitoloji ve histopatoloji bulguları arasındaki ilișki ve uyumluluk araștırıldı.
BULGULAR:
Çalıșmada 1254 (%88,3) kadın ve 166 (%11,7) erkek hasta yer aldı. Tüm hastaların yaș ortalaması 49,48 yıldı ve hastaların %10,5’i (n=152) ameliyat edildi. Ameliyat olan ve olmayan hastalardaki ortalama nodül çapları sırasıyla 25,5±14,20 mm ve 17,62±9,69 mm’dir. Cerrahiye alınma ile nodül büyüklüğü arasında ters yönde ilișki tespit edildi (p<0,05). Benign ve malign nodüllerin ortalama büyüklükleri sırası ile 27,01 mm ve 20,68 mm’ydi ve fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001).
SONUÇ:
İnce iğne aspirasyon biyopsisi tiroit nodüllerinin değerlendirilmesi için yararlı bir tanı yöntemidir ve ultrasonografi ve histopatoloji bulgularıyla uyumluluğu yüksektir. Hastaların çoğunda daha sonraki klinik sağaltım seçeneğini belirlemede yardımcıdır.
AIM:
To compare the ultrasound, cytological and histopathological findings of thyroid nodules undergone fine needle aspiration biopsy and to determine the efficiency of fine needle aspiration biopsy.
METHODS:
The records of 1420 patients diagnosed with a thyroid nodule and undergone fine needle aspiration biopsy between January 1 and June 30, 2010 were evaluated retrospectively. The relation and consistency among the ultrasound, cytological and histopathological findings were analyzed.
RESULTS:
The study included 1254 (88.3%) female and 166 (11.7%) male patients. The mean age of the patients was 49.48 years and 10.5% of the patients were operated. The mean nodule sizes of the patients managed with or without surgery were 25.5±14.20 mm and 17.62±9.69 mm, respectively. Surgical management option was negatively correlated with the size of the examined nodule (p<0.05). The mean size of the benign and malignant nodules were 27.01 and 20.68 mm, respectively, and the difference was signifi cant (p<0.001).
CONCLUSION:
Fine needle aspiration biopsy is a useful diagnostic tool for the evaluation of thyroid nodules and has a high consistency with ultrasound and histopathological findings. In the majority of the patients it helps to determine the next clinical management option.

DERLEME
7.
Erken Çocuklukta Hidrosefali
Hydrocephalus in Early Childhood
Hüseyin Canaz, İbrahim Alataş, Osman Ersegun Batçık, Ali Osman Akdemir, Serhat Baydın
doi: 10.5505/kjms.2013.41196  Sayfalar 88 - 95
Hidrosefali așırı miktarda beyin omurilik sıvısının dilate serebral ventriküller ve subaraknoid boşlukta birikmesi ile seyreden bir bozukluktur. Bu olguların yaklașık yarısının myelomeningosel (spina bifida) ile ilișkili olduğu fakat bu oranın popülasyonlar arasında değişiklik gösterdiği bildirilmektedir. Hidrosefalideki bulgu ve semptomlar kafa içi basınç artıșı ve ventriküllerdeki genişlemeden kaynaklanmaktadır. Belirtiler non-spesifik ve etiyolojiden bağımsızdır. Hidrosefali vakalarının çoğu etkin ve kalıcı bir șekilde tedavi edilmediği takdirde nörolojik kötüleșme ile seyreder. En etkin tedavi șant veya üçüncü ventrikülostomi yolu ile cerrahi drenajdır. Bu yazıda çocukluk çağı hidrosefalisini gözden geçirmeyi amaçladık.
Hydrocephalus is a disorder in which an excessive amount of cerebrospinal fl uid accumulates within the dilated cerebral ventricles and subarachnoid spaces. Approximately half of these cases are associated with myelomeningocele (spina bifi da), however the proportion varies substantially across different populations. The signs and symptoms of hydrocephalus result from increased intracranial pressure and dilatation of the ventricles. Symptoms of hydrocephalus are non-specific and independent of the etiology. Most cases of hydrocephalus are progressive, meaning that neurological deterioration will occur if the hydrocephalus is not effectively and continuously treated. The most effective treatment is surgical drainage, using a shunt or third ventriculostomy. In this paper we aimed to review the childhood hydrocephalus.

8.
Çocuklukta Enfeksiyöz Diyare ve Dehidratasyon
Infectious Diarrhea and Dehydration in Childhood
Hülya Çakmur
doi: 10.5505/kjms.2013.25744  Sayfalar 96 - 102
Akut infeksiyoz diyare daha sıklıkla geri kalmıș ülkelerde görülmesine karșın, tüm dünyada önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Gelișmemiș ülkelerde üç yaș altı çocuklarda yılda ortalama iki ile altı diyare epizodu görülmekte ve bu ülkelerde her yıl okul öncesi dönemde dört milyon çocuk yaşamını yitirmektedir.
Akut diyareli hastalıkların neden olduğu bașlıca sorun dehidratasyon ve eșliğinde asidoz olduğuna göre bu ölümlerin çoğu önlenebilir ölümlerdir. Diyare sağaltımında ideal olan önlemektir. Bu; yeterli hijyen, uygun așılama ve anne sütünün özendirilmesiyle sağlanabilinir. Diyare oluștuğundaysa hızlı rehidratasyon ve uygun beslenmenin sürdürülmesi sağaltımın ana odağıdır. Çocukluk çağı diyarelerinde etiyoloji ne olursa olsun antidiyareik preparatların kullanım endikasyonu yoktur.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından olușturulan oral rehidratasyon solüsyonları, gelișmekte olan ülkelerde etkin olarak diyare tedavisinde kullanılmaktadır. Ancak farklı coğrafik bölge ve etkenler için bu solüsyonları optimize etme çabaları da sürmektedir. Tüm dünyada kullanılacak tek bir solüsyon önerilip önerilemeyeceği ise henüz tartıșmalıdır.
Bu çalıșmada mortaliteye olan etkisi nedeniyle çocukluk çağı diyarelerinin etken ve sağaltım stratejileri incelenmiștir.
Acute infectious diarrhea is still a major problem through the world, although its greatest impact is in the poor, less- developed countries where more than four million pre-school children die each year. The median number of diarrheal episodea in children less than three years of age in under-developoed countries is between two and six per year.
The most majority of these deaths are avoidable, as dehydration and associated acidosis are the principle determinants of acute diarheal disease.
Ideally, the best approach to the management of diarrhea should be prevention. This involves adequate hygiene and appropriate vaccination for the child and perhaps, encouragement of the mother to breast feed her child. When diarrhea occurs, rapid rehydration and re-feeding should be the primary focus of management attempts. Regardless of the etiology of childhood diarrhea, there is no indication for use the anti-diarrheal preparations.
The oral rehydration solutions created by the World Health Organization are being used effectively in developing countries. However, studies continue to optimize these solutions for various geographic regions and etiologies. Whether or not for the same single solution to be used all over the world is still controversial.
In this study, the etiology and treatment strategies of childhood diarrhea were examined because of its effects on mortality rate.

OLGU SUNUMU VEYA SERISI
9.
Dış kulak yolunda osteom ve kolesteatom birlikteliği: Çok nadir görülen bir olgunun sunumu
The co-existence of an osteoma with cholesteatoma in the external auditory canal: Report of an extremely rare case
Gökhan Yalçıner, Ahmet Kutluhan, Hüseyin Çetin, Akif Sinan Bilgen
doi: 10.5505/kjms.2013.46220  Sayfalar 103 - 105
Dıș kulak yolu osteomları yavaș büyüyen, genellikle belirti vermeyen, etiyolojisi bilinmeyen ve oldukça nadir görülen neoplazilerdir. Kolesteatomlar neredeyse her zaman orta kulakta ve mastoidde görülseler de, nadir durumlarda dıș kulak yolunda da görülebilirler.
Dıș kulak yolunda osteom ve kolesteatomun beraber görülmesi çok nadirdir ve literatürde bildirilmiș birkaç olgu vardır. Biz bu yazıda dıș kulak yolunda osteoma sekonder gelișen kolesteatomu olan 43 yașında bir erkek hasta olgusunu sunduk.
The osteomas of the external auditory canal are relatively rare, slow growing benign neoplasms of unknown etiology that usually cause no symptoms. Although cholesteatomas are almost exclusively seen in the middle ear and at mastoid, in rare cases they occur in the external auditory canal.
The co-existence of an osteoma with cholesteatoma in the external auditory canal is extremely rare and only a few cases are reported. In this report we presented a 43 year-old male patient with a cholesteatoma secondary to external auditory canal osteoma.

10.
Demanslı bir hastada self-mutilasyona bağlı vajinal eviserasyon: Bir olgu sunumu
Vaginal evisceration of a patient with dementia as a result of self-mutilation: A case report
Mustafa Girgin, Burhan Hakan Kanat, Refik Ayten, Ziya Çetinkaya
doi: 10.5505/kjms.2013.70299  Sayfalar 106 - 108
Vajinal eviserasyon nadir görülen acil cerrahi gerektiren bir durumdur.
Sık görülen nedenleri menopoz öncesi ve sonrasında değișmekle
birlikte travma her iki dönemde de nedenlerinden birisidir. Selfmutilasyon
ise bireyin kendine zarar verici davranıșlar sergilemesidir
ve bir travma sebebi sayılır. Bu olgu sunumunda self-mutilasyon
sonrası gelișen vajinal eviserayonun acil sağaltımını sunuyoruz.
Vaginal evisceration is a rare emergency surgical condition. Although common causes of vaginal evisceration differ during pre and post menopausal periods, trauma related evisceration may be seen in both periods. Self mutilation defi ned as the intentional, direct injuring of body tissues is one of the causes of trauma. In this case report, we present the emergency management of a vaginal evisceration case occured following self-mutilation.

 

Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.


Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi Editörlüğü
Kars, Türkiye    

Telefon: +90 474 225 11 92 - 93                                    Faks: +90 474 225 11 96

e-mail: edit.tipdergi@gmail.com

Yukarı Git