Kafkas J Med Sci: 6 (2)
Cilt: 6  Sayı: 2 - 2016
Özetleri Gizle | << Geri
EDITÖRE MEKTUP
1.
Yüz Nakli Hastaları ve Oral Durum (Editöre Mektup)
Oral Status and the Facial Transplant Patient (Letter to the Editor)
Hasan Hatipoğlu, Müjgan Güngör Hatipoğlu
doi: 10.5505/kjms.2016.66587  Sayfa 75
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Üçüncü Basamak Yoğun Bakım Ünitesinde Gelişen Vankomisin Dirençli Enterokok Enfeksiyon/Kolonizasyonu İçin Risk Faktörlerinin Önemi
Importance Of The Rısk Factors For Vancomycın Resıstant Enterococcus Infectıon/Colonızatıon Development In Tertıary Intensıve Care Unıts
Deniz Erdem, Dilek Kanyılmaz, Belgin Akan, Kevser Dilek Andıç, Meltem Arzu Yetkin, Hürrem Bodur
doi: 10.5505/kjms.2016.06078  Sayfalar 76 - 80
AMAÇ: Yoğun bakımda yatmakta olan hastalar için Vankomisin Dirençli Enterokok (VRE) enfeksiyonu ve/veya kolonizasyonu ciddi bir problemdir. Bu nedenle çalışmamızda yoğun bakıma yatmış hastalarda VRE enfeksiyon/kolonizasyonu için olası risklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM: Ocak 2012 – Temmuz 2013 yılında yoğun bakım ünitesinde enaz 48 saat yatmış olan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların dosyalarından demografik bilgileri (yaş, cinsiyet, daha önceki başvuru, yatış, ameliyat öyküsü) diabetus mellitus, koroner arter hastalığı, serebrovasküler hastalık, malignite, alzhemier gibi yandaş hastalıklar, daha önce kullandığı antibiyotikler,hastanın kültür sonuçlarına bakılarak VRE üremesi olup olmadığı ve prognozu gibi bilgiler toplanarak kayıt altına alınmıştır. Bu bilgilerden yararlanılarak Centers for Disease Control and Prevantion (CDC) kriterlerine göre VRE ile hastane enfeksiyonu tanısı konulan veya sadece rektal sürüntü örnekleri incelendiğinde kolonizasyon olarak kabul edilen hastalar enfeksiyon ve/veya/kolonizasyon grubunu oluştururken ve yoğun bakımda yattığı süre içinde hiçbir kültüründe VRE üremesi olmayan hastalarda VRE enfeksiyonu gelişmeyen grup olarak değerlendirmeye alınmıştır. VRE enfeksiyonu gelişmesi için risk faktörü olabilecek parametreler değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya 496 hasta alınmıştır. Hastaların 53’ünde (%10,7) rektal sürüntü örneklerinde VRE üremesi saptanmıştır. Üremelerin hepsi kolonizasyon olarak değerlendirilmiştir. Hastalarda VRE enfeksiyonu ve/veya kolonizasyonu açısından risk faktörleri incelenmiştir. VRE ile enfekte ve/veya kolonize hastalarda uzun yatış, malignite, hemodiyaliz tedavisi ve altta yatan Alzheimer hastalığı varlığı ile antibiyotik (AB) kullanımı risk faktörleri olarak bulunmuştur (p<0.05).
SONUÇ: VRE gelişimini ve yayılımını önlemek için saptanan risk faktörleri göz önünde tutularak önlemler alınmalıdır. Özellikle kolonize hastalar izole edilmeli, hijyen kurallarına tam uyulmalı ve hastalar mümkün olan en kısa sürede yoğun bakımdan taburcu edilmelidirler.
AIM: Vancomycin Resistance Enterococci (VRE) infection and/or colonization is a serious problem in intensive care unit (ICU) patients. For this reason, in our study, we aimed to determine the potential underlying risk factors of VRE infection and/or colonization in ICU patients.
METHODS: The medical files of the patients that were hospitalized at least 48 hours in intensive care units between January 2012 – July 2013 were retrospectively analyzed. Patients’ data on demographic values (age, sex, previous hospitalization, operation history), coexisting diseases (diabetes mellitus, coronary artery disease, malignancy, Alzheimer Disease) prior antibiotic use,the results of rectal swab culture and patient prognosis was collected from the hospital data. Patients were evaluated according to the Centers for Disease Control (CDC). First group was colonisation/ infection group that included the VRE infected and colonized patients according to rectal swab culture results in hospital. The second group was non-infected group that included negative culture results in terms of VRE infection. The risk factors for VRE infection were evaluated.
RESULTS: The prevalence of VRE colonization was %10.7 (53 patients of 496). In VRE colonized patients; prolonged hospitalization, malignancy, hemodialysis, Alzheimer Disease and antibiotic usage were assessed as risk factors.
CONCLUSION: For preventing the spread of VRE, we should take precaution considering the detected risk factors. Especially, the colonized patients should be isolated, hygiene rules must be exactly performed and the patients should be externed from ICUs as earlier as possible.

TAM DERGI
3.
Tam Dergi
Full issue

Sayfalar 76 - 148
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI
4.
Çocuk Femur Cisim Kırıklarının Retrograd İntramedüller Elastik Çivileme ile Tedavi Sonuçları
The Results of Retrograd Intramedullary Elastic Nailing in the Treatment of Pediatric Femoral Shaft Fractures
Ömer Serkan Yıldız, İbrahim Gökhan Duman, Emine Ece Yılmaz, Raif Özden
doi: 10.5505/kjms.2016.77045  Sayfalar 81 - 87
AMAÇ: Retrograd elastik intramedüller çivileme yöntemi ile tedavi edilen femur cisim kırıklı çocukların sonuçları değerlendirildi.
YÖNTEM: Bu çalışmamıza, 2010–2014 yılları arasında Mustafa Kemal Ünviversitesi Araştırma hastanesine başvuran ve femur cisim kırığı tanısı nedeniyle retrograd intramedüller elastik çivileme ile tedavi ettiğimiz 20 (15 erkek, 5 kız) hasta dahil edildi.
BULGULAR: Hastalarımızın ortalama takip süresi 14,5 ay (9–24 ay), yaş ortalaması 8,3 (4.5–14 yıl) idi. Olgularımızın 16’sı (%90) kapalı, 4’ü (%10) açık kırık idi. Olgularımızın ortalama yatış süresi ise 3,4 gündür (2–10 gün). Hastalarımızda ortalama kaynama zamanı 7,8 hafta (6–12 hafta) olarak tespit edildi. Açık ve kapalı kırıkların kaynama süreleri açısından anlamlı bir fark saptanmadı. Olgularımızın birinde 5, diğerinde 7 derece valgus dizilimi gözlendi ancak hastalarımızda fonksiyonel ve klinik herhangi bir soruna yol açmadı. Olgularımızın hiç birinde anterior-posterior açılanma ve rotasyonel deformite gözlenmedi. Üç hastamızda 1 cm den az, 2 hastamızda 1–1,5 cm arası extremite uzunluk farkı tespit edildi. Ancak bu uzunluk farkı hastalarımızda klinik ya da fonksiyonel bir sorun yaratmadı. Hastalar klinik ve radyolojik olarak Flynn kriterlerine göre değerlendirildiğinde; 14 hastada (%70) mükemmel sonuç, 5 hastada (%25) iyi sonuç ve 1 hastada (%5) kötü sonuç elde edildi.
SONUÇ: Femur cisim kırıklı çocuklarda (5–14 yaş) elastik intramedüller çivi ile osteosentez, güvenilir ve etkin bir tedavidir.
AIM: The aim of this study was to evaluate the results of retrograd intramedullary nailing treatment in children with femoral shaft fracture.
METHODS: In this study, 20 patients, were included who applied to Mustafa Kemal University Research Hospital and were treated with retrograd intramedullary elastic nailing because of femoral shaft fracture.
RESULTS: The mean age of our patients was 14.5 months (9–24 months) and mean follow-up time was 8.3 years (4.5–14 years). The average length of stay in hospital were 3.4 days. The average reunion duration were detected as 7.8 weeks. There was no significant difference between reunion durations of open and closed fractures. Valgus alignment of 7 degrees was observed in one patient and 5 degrees in one other patient. But it did not result any functional or clinical restrictions. There were not any increase of anterior-posterior angle or any rotational deformities observed. Extremity length difference below 1cm was detected in 3 of the patients and length difference between 1–1.5 cm was detected in 2 patients. When patients were evaluated according to Flynn’s criteria, the results were excellent in 14 patients (70%), good in 5 patients (25%) and poor in 1 patient (5%).
CONCLUSION: Elastic intramedullary nailing treatment of femoral shaft fractures in children between 5–14 years of age is a safe and effective treatment.

5.
Uyku Apne Sendromu ile Anksiyete ve Depresyon Birlikteliğinin Değerlendirilmesi
The Evaluation of the Relationships Between Sleep Apnea Syndrome and Depression/Anxiety Disorder
Yusuf Ehi, Seyho Yücetaş, Yelda Yenilmez, Serhat Tunç, İnan Gezgin, Mehmet Yasar Özkul
doi: 10.5505/kjms.2016.96720  Sayfalar 88 - 93
AMAÇ: Uyku Apne Sendromu (UAS), toplumda yaygın olarak görülen bir hastalıktır. UAS’lu hastalarda, depresyon ve anksiyete birlikteliğini değerlendirmek farklı ölçeklerin kullanıldığı çalışmalar olmakla birlikte bu konuyla alakalı çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Bu çalışmamızda amaç UAS ile anksiyete ve depresyon korelasyonunu araştırmaktır.
YÖNTEM: Çalışmaya polisomnografik inceleme yapılan 134 olgu alındı. Apne-Hipopne İndeksi (AHİ) <5 olan 51 olgu kontrol grubu, AHİ ≥5 olan 83 olgu hasta grubu olarak oluşturuldu. Hasta grubu üç grup şeklinde sınıflandırıldı. 1) AHİ 5–14,9 olan 27 olgu hafif UAS; 2) AHİ: 15–29.9 olan 24 olgu orta düzey UAS; 3) AHİ ≥30 olan 32 olgu ağır UAS idi. Tüm hastalara, Hastane Anksiyete ve Depresyon ölçeği uygulandı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların 76 (%56,7)’si erkek, 58 (43,3)’ü ise kadındı. Hastaların yaş ortalaması 48,54±10,59 idi. HAD ölçeğinde kesme puanına göre depresyon tanısı alan olgu sayısı kontrol grubunda 18 (%35,29), hasta grubunda 30 (%36,14) kişiydi. Hasta grubunun alt grupları değerlendirildiğinde, Hafif UAS’de 10 (%37,03), Orta UAS’de 9 (%37,50), Ağır UAS’de 11 (%34,37) olgu olarak bulundu. Kesme puanına göre anksiyete tanısı alan olgu sayısı kontrol grubunda 19 (%37,25), hasta grubunda 27 (%32,53) kişiydi. Hasta grubunun alt grupları değerlendirildiğinde hafif UAS 9 (%33,33), orta UAS 8 (%33,33), ağır UAS 10 (%31,25) olarak bulundu. Kontrol ve hasta grubunun anksiyete ve depresyon skorları ile AHİ karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon yoktu (p>0,05).
SONUÇ: Çalışmamızda; HAD ölçeği kullanılarak gündüz aşırı uykululuğu, tanıklı apnesi ve horlaması olan hastalarda anksiyete ve depresyon birlikteliğini değerlendirmeyi ve bunun yanı sıra bu hastalarda apne-hipopne endeksi değerleri ile HAD puanlarının arasında korelasyonun olup olmadığını belirlemeyi amaçladık.
AIM: Sleep apnea syndrome (SAS) is commonly seen disorder in the population. There are many studies using different questionnaires to evaluate the patients who are diagnosed wit SAS and also suffering from depression and anxiety disorder; as there are many different questionnaires to evaluate these patients, the results of these studies have many discrepancies. We aim to research correlation of anxiety and depression with this study.
METHODS: 134 cases were recruited for the polysomnographic evaluation and these cases are used as the subjects of this study. The participating patients are divided into two main groups: 51 cases with AHI<5 are selected as the control group and the remaining 83 cases with AHI>5 are named as the patient group. Later, these groups are subdivided into 3 more classes; the first one was the mild SAS patients consisting of 27 cases with AHI: 5–14.9, second one was the middle SAS patients consisting of 24 cases with AHI: 15–29.9 and finally the third one was the heavy SAS class which was consisting of 32 patients with AHI≥30. Hospital Anxiety Depression Test (HADT) was applied to all cases.
RESULTS: 56.7% of the patients participating to the study were male and the remaining 43.3% of the patients were female. The mean age was 48.54±10.59. Control group the mean body mass index (BMI) was 30.11±4.84, patient group the mean BMI was 31.97±5.10. There was no statistically significant correlation between the depression and anxiety scores and AHI scores of the control and patient groups.
CONCLUSION: We used the HAD scale to evaluate excessive daytime sleepiness and the concurrence with depression and also to determine whether a correlation was present between the apnea-hypopnea index values and HAS scores in these patients in this study.

6.
0–5 Yaş Arası Türk Çocuklarda Akut Gastroenterit Etkenleri
Acute Gastroenteritis Agents Among 0–5 Years-Old Turkish Children
Çiğdem Eda Balkan, Murat Karameşe, Demet Çelebi, Sabiha Aydoğdu, Zeki Çalık, Yunus Yılmaz
doi: 10.5505/kjms.2016.30301  Sayfalar 94 - 97
AMAÇ: Akut gastroenterit salgınları bütün dünyada özellikle çocuklar için ortak bir sağlık problemidir. Her yıl binlerce çocuk bakteri, parazit ve viral etkenlerin sebep olduğu diyare sonucu hayatını kaybetmektedir. Bu çalışmada, 5 yaş altı çocukların dışkı örneklerinde mevsimlere göre diyare etkenlerinin oranlarının bulunması hedeflenmiştir.
YÖNTEM: Bu çalışmada, 0–5 yaş arası çocuklardan 216 gaita örneği toplanmıştır. Bu örnekler; Rotavirus, Adenovirus, Salmonella, Shigella, Entamoeba, Giardia, Clostridium difficile Toksin A ve Toksin B testlerine tabi tutulmuştur. Clostridium difficile toksinleri ELISA metodu ile tespit edilmiştir. Rotavirus, Adenovirus, Giardia and Entamoeba ajanlarına ait antijenlerin tespiti için İmmunkromatografik testler kullanılmıştır. Dışkı örneklerinde Salmonella ve Shigella şüpheli laktoz negatif kolonilerin tespiti için MacConkey Agar ve Selenit-F buyyon kullanılmıştır. Doğrulama için IMVIC testleri yapılmıştır.
BULGULAR: Elde edilen sonuçlar, izole edilen ajanların sırasıyla viral (%40,74), bakteriyel (%24,98) ve parazitik (%20,82) ajanlar olduğunu göstermiştir. Rotavirus gibi bazı ajanlar en çok kış aylarında (Kasım, Aralık, Ocak ve Şubat) en yüksek seviyede tespit edilmiştir. Diğer taraftan, Salmonella ve Shigella gibi bazı bakterilerin sebep olduğu salgınlar ise yaz aylarında (Haziran, Temmuz ve Ağustos) daha sık görülmüştür.
SONUÇ: Elde edilen verilere göre, diyare enfeksiyonları genellikle Şubat, Mart ve Nisan aylarında görülmektedir. Kış ve ilkbahar aylarında en sık görülen ajan Rotavirus’tur. Sonuç olarak, hastaneye yatış ve gereksiz ilaç kullanımının önüne geçilebilmesi için 0–5 yaş arası çocukların dışkı örneklerinde viral, bakteriyel ve parazitik ajanların diyare etkeni olarak araştırılmasının önemli olduğuna inanmaktayız.
AIM: Acute gastroenteritis outbreaks are the common health problem throughout the world especially in children. Every year, thousands of children die due to the diarrhea caused by bacteria, parasites and viral agents. In this study, we aimed to evaluate the rates of diarrheal agents in 0–5 years-old children’s stool samples in terms of seasons.
METHODS: In this study, 216 stool samples were taken from 0–5 year-old children. These samples were examined with some tests for Rotaviruses, Adenoviruses, Salmonella, Shigella, Entamoeba, Giardia, Clostridium difficile Toxin A and Toxin B. Clostridium difficile toxins were detected by using ELISA (CerTest, Biotec, Spain). Immunochromatographic tests were used to detect the Rotavirus, Adenovirus, Giardia and Entamoeba antigens. Selenite-F broth and MacConkey Agar mediums were used to find lactose negative colonies for Salmonella and Shigella in stool samples. Confirmation was performed by IMVIC tests.
RESULTS: The obtained results showed that the isolated agents were viral (40.74%), bacterial (24.98%) and parasitic (20.82%) respectively. Some agents showed a peak in the cold seasons such as Rotavirus (November, December, January and February). On the other hand, some outbreaks that came out by Salmonella and Shigella were seen most frequent in hot seasons (June, July, and August).
CONCLUSION: According to the obtained data, diarrheal infections were mostly identified in February, March and April. Rotavirus infections are more frequent in winter and spring. In conclusion; we believe that analysis of viral antigens, bacteria and the parasites as diarrheal agents in stool sample is important in 0–5 years-old infants to prevent hospitalizations and unnecessary drug use.

7.
İkinci Basamak Sağlık Kurumuna Müracaat Eden Kuduz Şüpheli Temas Vakalarının Değerlendirilmesi
The Evaluation of Rabies-Suspicious Cases Admitted to Second Step Health Institution
Emsal Aydın, Yunus Yılmaz, Sergülen Aydın, Hatice Özlece, Ayten Kadanalı, Esragül Akıncı, Hürrem Bodur
doi: 10.5505/kjms.2016.53215  Sayfalar 98 - 101
AMAÇ: Kars Devlet Hastanesi acil servisine kuduz şüpheli temas nedeniyle başvuran vakaların genel özellikleri ve profilaksi durumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM: Tanımlayıcı tipte yapılan araştırmanın verileri Kars Devlet Hastanesi acil servis kayıtlarından elde edilmiştir. Çalışmada, Mayıs 2011 ve Haziran 2014 tarihleri arasında, acil servise kuduz şüpheli temas ile başvuran toplam 1070 hasta formu değerlendirmeye alınmıştır. Değerlendirme formları, hastaların demografik özellikleri, temas tipi, temasta bulunan hayvan ve profilaksi uygulanma durumu gibi bilgileri içermekte idi. Veriler SPSS 20.0 paket programında analiz edilmiştir.
BULGULAR: Kuduz şüpheli temas vakalarının %75,0’i erkek, %28,6’sı 10–19 yaş grubundandır. Ayrıca vakaların yarısından fazlası (%51,0) kırda yaşamaktadır. Temas eden hayvanların %84,7’si köpek iken, %3,0’ü yabani hayvanlar oluşturmuştur. Vakaların %72,8’ine sadece aşı, %27,2’ine ise aşı ve immünglobülin yapılmıştır. Doz açısından incelendiğinde vakaların %28,1’ine tek doz, %22,5’ine 5 doz aşı yapılmıştır.
SONUÇ: Bu çalışmada, bölgemizde yapılan kuduz profilaksisinin kuduz korunma ve kontrol yönergesine uygun yapılmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, başıboş hayvanlar ile ilgili il Hıfzıssıhha Kurulu toplanmalı ve gerekli kararlar alınmalıdır. Hizmet sunan sağlık personeli kuduz ve profilaksi konusunda hizmet içi eğitime alınmalıdır.
AIM: In this study, our aim was to evaluate the general characteristics and prophylaxis of rabies cases, admitted to the emergency department of the Kars State Hospital.
METHODS: Descriptive research data were obtained from records of emergency department of Kars State Hospital. A total of 1070 evaluation forms of patients were obtained between June 2011 and May 2014. The evaluation forms include some information such as; demographic characteristics of patients, contact type, animals and prophylactic application state. Data were analyzed by using SPSS 20.0 package program.
RESULTS: Seventy-five percent (75%) of rabies-suspicious cases were male and 28.6% of them were in the 10-19 age group. Additionally, more than half of cases (51.0%) live in rural areas. 84.7% of contacted-animals were dogs and 3.0% were wild animals. Only vaccination was performed of 72.8% of cases, while both vaccination and immunoglobulin were performed to 27.2%. Single dose was performed to 28.1% of total cases and five doses were performed to 22.5% of total cases, when the study was evaluated in terms of vaccine dose.
CONCLUSION: In this study, we wanted to point out that rabies prophylaxis was not applied in our region in accordance with the rabies prevention and control guidelines. Therefore, Board of State Hıfzıssıhha should meet and make the necessary decisions about the stray animals. Health personnel should take an in-service training about rabies prophylaxis.

8.
Karaciğer Dev Kist Hidatiklerinin tedavisinde büyük çaplı ve multipl kistlerin karşılaştırılması
Comparison of Larger Diameter and Multiple Cysts in the Treatment of Giant Hydatid Cysts of Liver
Mehmet Aziret, Hilmi Bozkurt, Hasan Erdem, Şahin Kahramanca, İlhan Bali, Enver Reyhan, Safa Önel, Kenan Binnetoğlu, Ali Cihat Yıldırım, Oktay İrkörücü
doi: 10.5505/kjms.2016.00821  Sayfalar 102 - 109
AMAÇ: Karaciğer kist hidatiği benign, kronik ve birçok organı etkileyebilen paraziter bir hastalıktır. Çoğunlukla asemptomatiktir ve büyük boyutlara ulaşabilir. Dev karaciğer kist hidatiklerinde büyük çaplı (>10 cm) ve multipl sayıda (>4) hastaların tedavi, nüks, morbidite ve mortalite, sosyodemografik yapı ve komplikasyonlarını karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM: Toplam 62 hastanın 15 tanesi çalışmaya dahil edildi. Çalışmada iki grup oluşturuldu. Grup 1, kistin çapı 10 cm’den büyük hastalar (n=12); Grup 2, kist sayısı 4’ten fazla hastalardı (n=3). İki grup, komplikasyon, nüks, sosyodemografik açıdan, tanı ve tedavileri açısından istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Çalışma retrospektif olarak planlandı.
BULGULAR: Grup 1’de hastaların sırasıyla ortalama yaş, vücut kitle indeksi, kist çapı, hastanede kalma süresi, takip süresi; 39, 5 yıl, 25, 5 kg/ m2, 11, 75 cm, 9,8 gün, 21, 4 aydı. Grup 2’de hastaların sırasıyla ortalama yaş, vücut kitle indeksi, kist sayısı, hastanede kalma süresi, takip süresi; 44,7 yıl, 27,7 kg/m2, 8,3 adet, 8,6 gün, 17,1 aydı (p>0,05). Grup 1’de, 1 hastada yara enfeksiyonu, 1 hastada intraoperatif kanama ve Grup 2’de 2 hasta da nüks görüldü. Nüks açısından iki grubun karşılaştırmasında anlamlı farklılık tespit edildi (p=0,029).
SONUÇ: Dev kist hidatikler toplumda nadir görülmektedir. Çevre organ ve yapılara bası, safra yollarına veya peritona açılma ve anafilaktik şoka neden olabilmektedir. Ayrıca morbidite, mortalite ve hastane maliyelerini arttırabilmektedir. Çalışmamızdaki bulgular sonucunda dev kist hidatiklerine konservatif cerrahi yöntemleriyle, yüksek kür ve düşük morbidite ve komplikasyon oranlarıyla etkin tedavi edilebilmektedir.
AIM: Hepatic hydatidosis is a benign, chronic parasitic disease that can affect many organs. The disease is usually asymptomatic, but the cysts that develop as a result of the disease can reach large sizes. We aimed to compare large hydatid cysts (>10 cm) and multiple cysts (>4) in giant hydatid cysts of liver in terms of demographic structure, recurrence, complications, diagnosis and treatment.
METHODS: A total of 15 out of pool of 62 patients were enrolled in the study and placed into two groups: Group 1 included patients with a cyst diameter larger than 10 cm (n=12) and Group 2 included patients with more than 4 cysts (n=3). The two groups were retrospectively compared in terms of age, sex, demographic structure, recurrence, complications, morbidity and mortality, diagnosis and treatment.
RESULTS: In Group 1, the patients’ mean age, BMI, diameter of cyst and hospitalization time, were 39.5 years, 25.5 kg/ m2, 11.75 cm, 9.8 days and 21.4 months, respectively. In Group 2, the patients’ mean age, BMI, number of cysts and hospitalization time were 44.7 years, 27.7 kg/m2, 8.3 cysts, 8.6 days and 17.1 months, respectively (p>0.05). In Group 1, 1 patient had a wound infection (1.6%) and 1 patient had an intraoperative hemorrhage (1.6%). In Group 2, 2 patients had recurrence (3.2%). A significant difference was detected between groups in terms of recurrence (p=0.029).
CONCLUSION: Rarely seen, giant hydatid cysts may cause secondary infection or fistulization into several organs, and it can open into the peritoneal cavity or place pressure on adjacent organs and structures, which leads to obstructive jaundice. Morbidity, mortality and cost can increase should these potential results of giant hydatid cysts occur. This study demonstrated the resulting high rate of cure and low morbidity and complications that were able to be achieved using conservative surgical treatment methods for hydatid cysts.

9.
Anestezi Teknikerlerinin SHMYO Eğitimiyle İlgili Görüşleri ve Mesleki Beklentileri: Anket Çalışması
Opinions and Occupational Expectations of Vocational Academy of Health Related Professions’ Students: A Survey Study
Ahmet Şen, Başar Erdivanlı, Ürfettin Hüseyinoğlu, Ersin Köksal, Muhammet Bilal Çeğin, Emin Silay, Yakup Tomak
doi: 10.5505/kjms.2016.58070  Sayfalar 110 - 114
AMAÇ: Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulları (SHMYO) nitelikli yardımcı sağlık personeli yetiştirmek ve eğitimdeki eksiklikleri gidermek için kurulmuştur. Çalışmamızda, SHMYO Anestezi Teknikerliği Bölümü’nde eğitim gören öğrencilerin mesleki beklentileri, yaklaşımları, ve verimlilikleri değerlendirildi.
YÖNTEM: SHMYO Anestezi Teknikerliği Bölümü’ne yeni başlayan öğrencilere, isimleri kaydedilmeksizin, yazılı olarak, 23 soruluk anket doldurtuldu. Cevap dağılımları incelenerek, öğrencilerin sosyokültürel özellikleri ile eğitim ve mesleki beklentileri arasındaki ilişkiler incelendi.
BULGULAR: Eksiksiz doldurulan 286 anket değerlendirildi. Okulu kendi istekleriyle tercih edenler ve ebeveyn tavsiyesini dikkate alanların yaşları daha ileri (sırasıyla p=0,012 ve 0,045), arkadaş tavsiyesi ile yönelenler daha genç (p=0,02) bulundu. Öğrencilerin 96’sı (%33) anestezi teknisyenliğini sevebileceği düşüncesiyle tercih ettiğini, 154’ü (%54) ekonomik kaygılarla tercih ettiğini belirtti. Sağlık meslek lisesi mezunlarının hasta başında kendine daha çok güvendiği (p<0,01), takım çalışmasını önemsedikleri (p<0,03) saptandı. Sağlık meslek lisesi mezunlarının 90’ı (%90), diğer öğrencilerin 138’i (%75), sağlık meslek lisesi mezunu olmayı mesleki bir avantaj olarak gördüğünü belirtti.
SONUÇ: Sağlık sektörü ekonomik beklentiler ve işsizlik korkusuyla tercih edilecek kadar hafife alınmamalıdır. SHMYO’ların, sağlık alanında temel eğitim almış, ve eğitimini ilerletmeyi hedefleyen öğrencilerin girebildiği eğitim kurumları olması gerektiği kanaatindeyiz.
AIM: Vocational Academy of Health Related Professions (VAHRP) is founded to train qualified technicians to work in the health sector and resolve deficits in education. In this study, we investigated the occupational expectations, approaches and productiveness of students, currently studying in VAHRP Department of Anesthesia.
METHODS: Students studying in VAHRP Department of Anesthesia were asked to fill a questionnaire with 23 questions, in writing and witout mentioning their names. We analysed the answers and investigated the relationship between students’ demographics and their educational and occupational expectations.
RESULTS: A total of 286 completely fulfilled questionnaires were analysed. We found that students, who chose Anesthesia Department at their own will or due to their parents are older (p=0.012 and 0.045, respectively), whereas students, who chose due to their friends are younger (p=0.02). Ninety six (33%) students stated that they chose Anesthesia Department because of their interest in the subject, 154 (54%) of them due to economical concerns. We found that students graduating from a vocational school of health trust themselves more on bedside (p<0.01), and care about team work (p<0.03). Ninety (90%) of vocational school of health graduates and 138 (75%) of other students stated that graduation from a ocational school of health is an advantage.
CONCLUSION: Health related professions should not be chosen due to economical concerns. We are in opinion that VAHRPs should be educational facilities that are chosen by students, who have a basic training in health sector and wish to improve their knowledge.

10.
Uzak Organ Metastazlı Akciğer Kanseri Hastalarının Değerlendirilmesi
Evaluation of Lung Cancer Patients with Distant Organ Metastasis
Pınar Acar, Meftun Ünsal, Nejat Altıntaş
doi: 10.5505/kjms.2016.65002  Sayfalar 115 - 120
AMAÇ: Kanser ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde önde gelen ölüm nedenidir ve gelişmekte olan ülkelerde ikinci önde gelen ölüm nedenidir. Çalışmanın amacı, uzak organ metastaz olan akciğer kanserli hastaların ve metastazların sağkalım oranları üzerine etkisinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM: Uzak organ metastazı olan akciğer kanserli hastalar çalışmaya alındı. Primer tümörlerin lokalizasyonu ve metastaz, metastaz histolojik tipleri, klinik belirti ve bulgular, tümör ve lenf nodlarının etkileşimi, sağkalım oranları üzerindeki metastazların etkisi değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya 174 hasta dahil edildi. Hastaların sitolojik alt gruplarının küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) (%75,3) ve küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) (%24,7) olarak iki alt gruba ayrıldı. En sık metastaz bölgleri kemik (%41,4), kontralateral akciğer (%32,8), karaciğer (%23,9) beyin (%27), böbreküstü bezi (%19,5), plevra (%9,2) idi. KHDAK ve KHAK için en sık metastaz yerleri sırasıyla kemik ve karaciğer idi. Skuamöz hücreli karsinom beyin, kemik, böbreküstü ve karşı akciğerde metastaz en yaygın türü oldu. Metastatik plevra sıvıları çoğunlukla genellikle adenokarsinom ve karaciğer metastazları ise küçük hücreli akciğer kanserlerinde kaynaklanmıştır. Kemik ve beyin ile ilgili spesifik semptomların varlığı metastaz için güçlü belirleyicilerdi.
SONUÇ: Kanserin tipi, metastaz sayısı, kilo kaybı, kötü performans status, kemik ve beyin metastazı yapan KHAK’lerinde semptomların olmamasının, karaciğer metastazında ise semptomların olmasının sağkalım oranları üzerine ters etkisi vardı. Hastaların klinik laboratuvar ve radyolojik bulguları bir bütün incelenmesi metazların tahmininde faydalı olurken, gereksiz cerrahiyi önlemiş olur.
AIM: Cancer is the leading cause of death in economically developed countries and the second leading cause of death in developing countries. The aim of the study was to evaluate distant organ metastasis in patients with lung cancer and the effect of metastasis on survival rates.
METHODS: Lung cancer patients with distant organ metastasis were enrolled to the study. Localization of primary tumors and metastasis, histological types of the metastasis, clinical symptoms and signs, the interaction of tumor and lymph nodes, the effects of metastasis on survival rates were evaluated.
RESULTS: 174 patients were included in the study. Cytologic subgroups of patients were subdivided as non-small cell lung cancer (NSCLC) (75.3%) and small cell lung cancer (SCLC) (24.7%). The most frequent metastatic sites were bone (41.4 %), contralateral lung (32.8%), liver (23.9%) brain (27%), adrenal gland (19,5%), pleura (9.2%). The most common metastasis sites for NSCLC and SCLC were bone and liver respectively. Squamous cell carcinoma was the most common type of metastases in brain, bone, adrenal and contralateral lung metastasis. Metastatic pleural effusions mostly originated from adenocarcinoma and liver metastasis generally originated from small cell lung cancer. Having specific symptoms related to bone and brain were powerful predictors for metastasis.
CONCLUSION: Cytological types of the cancer, number of metastasis, weight loss, poor performance status, the absence of symptoms in SCLC with bone and brain metastasis, and presence of the symptoms in liver metastases had adverse effects on survival rates. Evaluation of patients with combination of clinical symptoms, laboratory and radiological findings as whole it may be help

DERLEME
11.
Böbrek Ultrason Elastografisi: Derleme
Kidney Ultrasound Elastography: Review
Mahmut Duymuş, Mehmet Sait Menzilcioğlu, Mustafa Gök, Serhat Avcu
doi: 10.5505/kjms.2016.60490  Sayfalar 121 - 129
Böbrekler çok önemli ve fonksiyonel organlardır. Böbreği etkileyen çok sayıda hastalık vardır. Kronik böbrek hastalığı yüksek maliyeti ve yetmezliğe ilerlemesi nedeniyle en önemli hastalıktır. Son yıllarda sonoelastografi tekniği yükselen bir grafik çizmektedir ve böbrekler üzerinde sonoelastografi tekniği kullanılarak yapılmış değişik çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmaların çoğunluğu kronik böbrek hastalığı, böbrek yetmezliği ve allograft hastalarını konu alırken, bazıları böbrek kitleleri ve diabetik nefropati hakkındadır. Farklı çalışmalarda farklı sonuçlar sunulmuştur. Bu derlemede böbrekler hakkında yapılan sonoelastografi çalışmalarını sunmayı planladık.
Kidneys are the most important and the functional organs in the body. There are numerous of disorders affecting the kidneys. The most important disorder is chronic kidney disease because of being costly and going to failure. In recent years ultrasound elastography technics showed increasing development line, and more studies were performed about elastography on kidneys. The weighted amount of the elastography studies are about chronic kidney disease, kidney failure and allograft patients, while some of them are about kidney masses or diabetic nephropathy. Various studies presented various results. In this review we want to present the elastography studies about kidney.

12.
Tekrarlayan Erken Gebelik Kayıplarına Yaklaşım
Approach to Recurrent Early Pregnancy Loss
Rulin Deniz, Yakup Baykuş, Ebru Çelik Kavak
doi: 10.5505/kjms.2016.15010  Sayfalar 130 - 137
Abortus gebeliğin en sık rastlanan komplikasyonudur. Tekrarlayan gebelik kayıpları (TGK), birbirini izleyen en az iki ya da daha fazla gebeliğin 20. gebelik haftasından önce sonlanmasıdır. Erken gebelik kayıpları 12. gebelik haftasından önce meydana gelen abortusları kapsamaktadır. 12.–20. gebelik haftaları arasında olan abortuslar ise geç abortus olarak adlandırılmaktadır. Tekrarlayan gebelik kayıpları çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin %5’ini, fertil kadınların ise %1’ini etkileyen endişe verici bir durumdur.
Tekrarlayan erken gebelik kayıplarında detaylı bir tarama sonrasında bile olguların yaklaşık yarısında açıklayıcı bir neden bulunamamaktadır. Hem çiftler hem de klinisyen için ümit kırıcı olan bu durumun tanı ve tedavisi üremeyle ilgilenen tıp dallarının en güç konularından birini oluşturmaktadır.
Günümüzde tanısal ve girişimsel işlemlerin kullanımının yaygınlaşması, bazı biyokimyasal belirteçlerin kullanılabilmesi tıbbi, cerrahi tedavi ve veya gözlem uygulanmasıyla tekrarlayan erken gebelik kayıplarında etyolojinin tespit edilmesi ve tedavisi belli bir oranda önlenebilmektedir. Tekrarlayan gebelik kaybı etyolojisi ile ilgili olarak bilinenler parental ve fetal kromozom anomalileri, yapısal uterin anomaliler, antifosfolipid sendrom (APS), bazı trombofililer, otoimmün hastalıklar bazı endokrinopatilerdir.
Bu çalışmada TGK’lı olguların değerlendirmesi, etyolojik faktörlerin ortaya konulması ve etkinliği kanıtlanmış güncel tedavi metodlarınının literatür bilgileri ışığında gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Abortus is the most common complication of pregnancy. Recurrent pregnancy lost is the termination of the sequential termination of at least two or more pregnancies before the week 20. Early fetal lost consists of abortus before 12th week of gestation. The ones between 12–20 weeks is called late abortus.
It is a threatening state that effects 5% of the woman who wants to give birth and 1% of infertile ones. In half of the cases even after a detailed examination, the etiology can not be found. It is a disappointing situation for both the patient and clinician. Treatment and diagnosis of recurrent pregnancy lost is one of the challenging topics of the obstetric.
Today, it can be prevented to a certain extent by the usage of diagnostic and interventional studies, some biochemical markers and medical, surgical and/or observational approaches. The etiology of recurrent pregnancy lost is parental and fetal chromosomal anomalies, antiphosholipid syndrome, structural uterine anomalies, some thrombophilia, autoimmune diseases and endocrinopathies.
In this study, it is aimed to revise the etiology, current treatment and evaluation of a couple with recurrent pregnancy lost in the light of literature.

OLGU SUNUMU VEYA SERISI
13.
Nadir Bir Uyku Apnesi Nedeni: Larengeal Schwannom
An Unusual Cause of Sleep Apnea: Laryngeal Schwannoma
Hande Senem Deveci, Tülay Erden Habesoğlu, Cem Karataş, Ali Okan Gürsel, Adnan Somay, Nurver Özbay
doi: 10.5505/kjms.2016.34603  Sayfalar 138 - 141
Larenks schwannoması oldukça nadir görülen, yavaş büyüyen benin karakterde bir tümördür ancak larengeal tutuluma bağlı olarak yüksek morbiditeye yol açma potansiyelleri vardır. Genellikle ariepiglotik plikayı veya band ventrikülü tutar. Biz bu bildiride horlama ve uyku apnesi şikayetleri ile polikliniğimize başvuran 28 yaşındaki erkek hastayı sunmaktayız. Hastanın larenks kitlesi transhiyoid faringotomi yaklaşımıyla total olarak çıkarılmış ve herhangi bir komplikasyon görülmemiştir. Literatürde uyku apnesi şikayeti ile başvuran başka bir vakaya rastlanmamıştır.
Laryngeal schwannomas are slow growing, quite rare benign tumors. Although they are slow growing and histologically benign, they have the potential to cause significant morbidity with laryngeal involvement. In this case report we presented a 28-year-old man with a huge laryngeal schwannoma which causes intensive snoring and obstructive sleep apnea. The tumor was totally excised by transhyoid pharyngotomy approach without any complication. There was no other documented laryngeal schwannoma case has presented with obstructive sleep apnea before.

14.
Yenidoğan Bir Bebekte Bilateral Meme Apsesi
Bilateral Breast Abscess in a Newborn Baby
Sara Erol, Hasibe Gökçe Çınar, Ayşegül Zenciroğlu, Nurullah Okumuş
doi: 10.5505/kjms.2016.26349  Sayfalar 142 - 144
Mastit ve meme apsesi yenidoğan döneminde nadiren görülür. Yenidoğan döneminde mastit genellikle memede lokalizedir. Yedi günlük erkek hasta, yenidoğan yoğun bakı ünitesine ateş ve her iki memesinde şişlik nedeniyle başvurdu. Ultrasonografik incelemede bilateral retroareolar bölgede hipoekoik alan izlendi. Bilateral meme apsesi, cerrahi ve medikal tedavi ile düzeldi.
Mastitis and breast abscess are rarely seen in neonatal period. Neonatal mastitis is generally localized to the breast. A seven-dayold male infant was admitted to the neonatal intensive care unit because of fever and swelling in the bilateral mammary areas. In ultrasound examination, hypoechoic area was monitored in the bilateral retroareolar region. Bilateral breast abscess responded to surgical and medical treatment.

15.
Endoskopik Transnazal Cerrahi ile Tedavi Edilen İki Nazal Gliom Olgusu
Two Cases of Nasal Glioma Treated by Endoscopic Transnasal Surgery
Abdulkadir Özgür, Engin Dursun, İbrahim Şehitoğlu, Zerrin Özergin Coşkun, Özlem Çelebi Erdivanlı, Suat Terzi
doi: 10.5505/kjms.2016.85866  Sayfalar 145 - 148
Nazal gliomlar heterotropik glial dokudan oluşan, nadir görülen, kongenital benign orta hat tümörleridir. Diğer intranazal tümörlere benzer şekilde burun tıkanıklığı, burun akıntısı ve burun kanaması gibi semptomları vardır. Tek tedavi seçeneği cerrahi eksizyondur. Fakat cerrahisi çok dikkatli yapılmalıdır. Çünkü tümör nüksü çok sık karşılaşılan bir durumdur. Ayrıca intrakraniyal uzanımı olan vakalarda ölümcül seyredebilen postoperatif menenjit ortaya çıkabilir. Bu yazıda biri dokuz aylık, diğeri ise on üç aylıkken transnazal cerrahi tedavi uygulanan iki nazal gliom vakasının klinik ve tedavi özelliklerinin sunulması amaçlanmıştır.
Nasal glioma is a rare congenital benign midline tumor consisting of heterotropic glial tissue. Similarly, to the other intranasal tumors it causes symptoms like nasal obstruction, rhinorrhea, and bleeding. The only treatment option is surgical excision. Since the tumor recurrence is a very common condition the surgery should be performed very carefully. In addition, in cases with intracranial extension fatal postoperative meningitis may occur. In this report, we aimed to present clinical and therapeutic features of the two cases of nasal glioma patient which were both treated by transnasal surgery at the age of nine months and thirteen months old.

 

Creative Commons Lisansı
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.


Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi Editörlüğü
Kars, Türkiye    

Telefon: +90 474 225 11 92 - 93                                    Faks: +90 474 225 11 96

e-mail: edit.tipdergi@gmail.com

Yukarı Git